Atlar asil hayvanlardır. Yüzyıllardır yoldaşlık etmişlerdir bize.

Atlar asil hayvanlardır. Yüzyıllardır yoldaşlık etmişlerdir bize. Hatta bazı kaynaklara göre atları ilk evcilleştirenler de Türklerdir. Sevse de sevmese de her insanın atlarla ilgili bir bildiği vardır. Bunlardan en yaygını ise sakatlandıklarında vurulduklarıdır.
O kadar kalıplaşmış bir bilgidir ki bu çoğu film ve dizi de dahi işlenmiştir. Her şekilde bize hizmet eden bu canlıların, en yakınları olan sahipleri tarafından zayıf düştükleri anda gözden çıkarılması beni hep üzerdi. İnsanların vazgeçilmez saydıklarını bu kadar çabuk gözden çıkarması korkunç gelirdi. Fakat sonradan işin aslını öğrenince düşündüklerimin ne kadar sığ olduğunu fark ettim.
Bir at yürüyemez şekilde sakatlandığında aslında yapacak çokta bir şeyin olmadığını öğrendim. Atların uzun süre yatması gerektiğinde iç organları hareketsizlikten dolayı zarar görmeye başlıyor ve iyileşme süreci tamamlanmadan acı şekilde kaybıyla sonuçlanıyor. Bu durumda onları iyileştirmek demek aslında daha kötü öldürmekle eş anlamlı.
Bu durum bana iki şey öğretti. Birincisi olayların her zaman dışarıdan görüldüğü kadar basit olmadığı. Belki de birini yargılamanın kolaylığı bizi bu duruma itiyor. Aslında kendi içinde ne kadar farklı durumlara ve sonuçlara sahip olduğunu bilmemek, çözülmesi basit bir problemmiş gibi gösteriyor bize onu. Bizim gördüğümüzün buz dağının görünen kısmı olabileceğini çoğu zaman aklımıza getirmiyoruz.
İkincisi ise bazen kaybetmenin iyi bir seçenek olabileceğini öğretti bana. Yaşadığımız bazı kayıpların bizi daha acı kayıplardan uzak tutabileceğini öğrendim.