Neredeyse insanlık tarihiyle eşit yaşlardaki güzel Anadolu. Yüzyıllar boyunca nice kahramanlar görmüş, nice savaşları yaşamış toprak parçası.

Neredeyse insanlık tarihiyle eşit yaşlardaki güzel Anadolu. Yüzyıllar boyunca nice kahramanlar görmüş, nice savaşları yaşamış toprak parçası. Bakın her bir köşesi ayrı bir güzelliği saklamakta. Ya da saklamaktaydı!
Yeşilin maviye eşlik ettiği, sayısız canlıya ev sahipliği yapan bir memlekete sahibiz. Her köşesi ayrı bir güzellikle örtülüydü bir zamanlar. O da dayanamadı. Dünyanın geri kalanı gibi insan vahşetine kurban gitti. Hani şu belgesellerde izlediğimiz aslanlar, bizonlar, çitalar var ya işte onlar bir zamanlar bizim topraklarımızda da gezerdi. İnsanoğlu çoğaldıkça el etek çekti canlılar. Başka seçenek bıraktık mı ki? Haberlerde, gazetelerde mutlaka görmüşsünüzdür. Anadolu parsı bulunmuştur memleketin bir köşesinde. Ama mutlaka vurulmuştur o pars. O vurulan parslar; Asya aslanı, Kafkas bizonu gibi yüzyıl önce nesli tükenen canlılar arasında sayılıyor şu an! Hadi hayvanlardan korktuk, yok ettik. Ya bitkiler, o güzel yeşilliklere ne oldu. Şimdi daha da yakın tarihe geldik. Nerde manzara gören, pek el sürülmemiş bir köşe varsa önce yaktık, sonra imara açtık, en sağlamından beton döktük. Ne için? Birisi üç kuruş para kazansın. Birileri manzaralı evlerde konaklasın diye. Kendi rahatımız için doğayı katletmeye başladık. E bu işin sonu yok. Diktik kat kat binaları, pürüzsüz yollarla birleştirdik koca kentleri. Sonra baktık ki artık doğa yetmeyecek kadar az kaldı ona da insanca bir çözüm bulduk tabi. Söktüğümüz çiçeklerin yerini tutsun diye demet demet plastik çiçekler yaptık. Elimizden kurtulup bir köşede yaşamaya çalışan hayvanları görmek için hayvanat bahçeleri kurduk. Sözüm sadece Anadolu insanına değil. Tüm dünya olarak yaptık bunları biz. Fakat bizim unuttuğumuz bir şeyler vardı. Biz yaşlı ve ulu bir ağacın yanından geçerken eğilip selam veren, saygısızlık olur diye altında uzanmayan ataların torunlarıydık. Biz takvimine bile hayvan isimleri veren, zamanında etinden sütünden, gücünden faydalandığımız atı baş tacı eden soyun torunlarıydık. Biz karınca için orduyu durduran Hz. Süleyman’ın ümmetindendik. Bunlarını ne için unuttuk?
Ne yazık ki birden çok tekrarlanan şeyler bizde normal olarak algılanmaya başlıyor. Bu durum da şu an gayet normal algılanmakta. Birkaç sayfa yazı, üç beş saniyelik haberden öteye gidemiyor. Bencillik gözümüzü o kadar bürümüş ki dönüp yaptıklarımıza bakmaya tenezzül bile etmemişiz. Ne yazık ki geri dönüşünün olmadığını bile bile devam ediyoruz. Belki bizler bu işin sonunu göremeyeceğiz ama parlak bir geleceğin bizi beklemediğinden gayet eminiz.