Bu hafta Bursa, ardından İstanbul’daki ekstrem hava olayları gündemi birazda olsa virüs salgınından çaldı.


Bu hafta Bursa, ardından İstanbul’daki ekstrem hava olayları gündemi birazda olsa virüs salgınından çaldı. Hortumlar, şiddetli rüzgârlar, dolular özellikle de sel baskınları.
Sel, bir bölgede toprağı belirli bir süre için tamamen veya kısmen su altında bırakan; ani, büyük ve düzensiz su akıntılarına verilen isimdir. Hepimiz aşinayız bu doğa olayına ama çoğumuzda birebir etkilenmemiştir. Hep başkalarının başına geliyor gibi…
Ama Çanakkale’de 60 yaşının üstündeki vatandaşlarımız 1962 yılında Sarıçay’ın sel felaketini merkeze taşıdığını ve diğer ilçelerle bağlantısının kopardığını bilir. Henüz yaraları tam sarılamamış olan felaketten 2 yıl sonra birkaç ilçeyi de etkisi altına alan aşırı yağışlar yeni bir felaketi gündeme getirmişti.
Belki o günler bu zamanların habercisi niteliğindeydi. Aradan onlarca yıl geçmişken başka illerimizde bu duruma şahit olduk. Defalarca başımıza gelmesine rağmen aynı hatalar yapılmaya devam mı ediliyordu?
Şehirleşme, betonlaşma ile toprak yüzeyini kaplayıp suyun toprak tarafından emilmesine engel olurken, kullanılan fosil yakıtlar, fabrika atıkları gibi sera gazlarının artmasıyla atmosferdeki bu gazın etkilerinden biri olan ısınma olayı gerçekleşiyordu. İklimler akıl almaz bir hızda değişim gösteriyordu. Yazın ortasında kışı, kışın ortasında yazı yaşıyoruz artık.
Hem havada, hem karada!
İki ortamda da olayların aleyhimize gerçekleşmesi için çok çaba harcıyoruz hala.
Onlarca can kaybına rağmen dere yatakları hala kaçak yapılar, şehirleşmenin getirdiği daralan yolları genişletme çabaları gibi zamanında oluşan sellerin açtığı yollar sürekli daraltılıyordu. Ve biz her seferinde acı bir tecrübe ile karşılaşıyorduk.