Geçtiğimiz Pazar akşamı, markete alışveriş için gitmek üzere dışarı çıktığımda havanın ne kadar da güzel koktuğunu fark ettim.
Geçtiğimiz Pazar akşamı, markete alışveriş için gitmek üzere dışarı çıktığımda havanın ne kadar da güzel koktuğunu fark ettim. Çanakkale gibi Kazdağları’nın dibinde olan bir şehrin bile havasının ne kadar kirliydi ki, insanlar evlerine girdikleri andan itibaren doğa kendini temizlemeye aldı.
İçime çekebildiğim kadar çektim o havayı.
Berrak, saf, tamamen doğadan gelen bir havaydı ciğerlerime dolan.
Egzoz kokusundan arınmış bir hava…
İnsanoğlu, Doğa Ana’nın küçük çocukları ve Ana temizlik yapmaya başladı. Çocukları, yani bizleri de evlerine yolladı. Aynı annelerimiz biz çocukken ortalıkta dolaşmayalım diye odamıza yollaması gibi.
Doğa Ana’nın ayaklarına dolanmayalım diye evlerimize kapandık.
O da böylece kendini yenilemeye başladı çünkü baktı ki bas bas bağırmamıza rağmen kimse onu dinlemedi, o da kendi yöntemin tercih etti.
Geçtiğimiz gün Venedik’te insanların evlerine kapanması sonrası, şehrin ortasından geçen kanalın temizlendiği, balıkların ve kuğuların geri çıktığına ilişkin bir haber okumuştum. Ne kadar da mutlu edici, gülümseme kondurdu hemen suratıma! Ama bir düşününce, bizler eve girdiğimiz için oldu bu güzellik, bizler el ayak çekince.
Ah insanoğlu!
Şu anda alınan tüm tedbirlere dönüp baktığım zaman çoğunun zaten yapılması gereken şeyler olduğunu fark ediyorum. Aynı ‘diyet’ diye tanımladığımız beslenmelerin aslında ‘sağlıklı beslenme’ olması gibi. Hayatını güzel yaşamak istiyorsan ‘sağlıklı beslen’ ve özgürce yaşamak istiyorsan ‘doğayla barış.’
Doğa, her zaman kendini korur, ona saygı duymanız yeterli.
Eğer saygı duymazsanız, o da size yaşama fırsatı vermez.
Bu da işte bu kadar basit.