Bir önceki köşe yazımın ardından bir arkadaşım ile karantina değerlendirmelerine devam ettik.


Bir önceki köşe yazımın ardından bir arkadaşım ile karantina değerlendirmelerine devam ettik. İnsanın fiili olarak bulunduğu mekânın artık çok da önemli olmadığına karar verdik. Teknolojiyi küçümsedik mi yahut sosyal hayatı çok mu büyüttük gözümüzde bilemiyorum ancak değişen yaşam dinamiklerini yakalayamamışız gibi hissediyorum. Biz Y kuşakları X’lerden aldığımız mirası devam ettirme görevi dışında ne gibi misyonlar edindik ki? Geçenlerde bu konuyla ilgili bir araştırma okudum daha doğrusu, kristal çocuklar hakkındaydı. Yazıda da bizim gelişime açık ve nispeten uyumlu bir nesil olduğumuzu iddia ediyordu. Bu doğru çünkü biz, pek çok gelişimin göbeğine doğduk. Bu süreçleri gördük ve gelişen dünyanın çocukları olduk. Ancak biz Y’ler yani milenyum çocukları herhangi bir devrimin öncüsü olabilir miyiz, buradan emin değilim. Bizim ardımızdan gelecek olan kristal Z’ler çok daha inovatik bir nesil. Yapay zekâ onlarla gelişecek. Ancak biz bu dünyaya miras bırakabilecek miyiz, yoksa toplayıcılığımıza devam mı edeceğiz. İşte bu fikirlerin ardından aslında farklı bir çalışma sisteminin hâkim olacağı bir dünyayı ele alabiliriz. Eğitim sistemi de keza, bu şartlara uyum sağlayacaktır. Değişecek olan eğitim sistemi ile ilgili düşüncelerimi daha sonra ele alacağım. Sevgili arkadaşımın kayda değer düşüncelerine yer vererek tartışmayı daha sağlam bir temele oturtma istiyorum: “İnsanların zaten bireysel yaşadığını düşünüyorum. Bu bireysellik yalnızlaşmaya dönüşecek. Yalnızlaşma insanları yaşadıkları hayatı sorgulamaya itecek. Pandemi ile insanlar yaşadığı bireyselliğin yalnızlığını tadacak. Bu yalnızlık hissi eğer güzel bir şekilde değerlendirilirse insanlarda öz farkındalık oluşturulabileceğini düşünüyorum. Bu öz farkındalık da virüsün ardından birçok şeyin değişeceğini düşünüyorum. Değişen şeyler ise toplumsal bilinç ile insanın daha iyiye ulaşması için araç olarak kullanılabilir. İnsanın aslında çok değerli olduğu sonucuna varabiliriz. Kendi değerini bu virüs vasıtasıyla içine çekilerek hissedebileceği ortamı yakaladı. Yoğun çalışma temposu ve hayat mücadelesiyle yaşamın ve varoluşunun anlamını sorgulama hususunda geri kalan insan, bu yalnızlık ve yoğun düşünme sürecinde kendinin ne kadar değerli olduğunu tekrar fark edeceği bir ortam yakaladı. Bu bütününün içinde aslında ‘insan’ olmadan bu sistemin bir işe yaramayacağını ve sistemin kendisini idame ettiremeyeceğini fark etmesini sağlayabilir.”