Doğum kadar ölümünde gerçek olduğunu bilmemize rağmen, kabullenmekte her zaman güçlük çekeriz, NEDEN ?..
Doğum kadar ölümünde gerçek olduğunu bilmemize rağmen, kabullenmekte her zaman güçlük çekeriz, NEDEN ?..
Doğumla gelen gülümsemeli sevincin sürekliliği-canlılık, heyecan ve yaşama-yaşatma, varolma-çoğalma, kültürümüz içinde sayısal gücümüzü verirken, bu gücün kaybolması yavaş yavaş da olsa, insanı YALNIZLAŞTIRDIĞI kesindir…
“Bu dünyadan göç edenlerin – kaybettiğimiz arkadaşların, dostların, akrabaların, eşlerin yokluklarından oluşan ıstıraplarını hem yaşar hem eksikliklerini sık sık duyar, onları bazen gözyaşıyla bazen dua ile anarız…
Anadolu kültüründe ÖLMEK fiili çok derin anlamla veriliyor, ailelerde müthiş bir yıkıntı ve kimsesizlik anlamı taşıyor, hatta daha ileri gidersek, evin erkeğinin ölmesi “ocağın sönmesine, evin dayağı olan kadının ölmesi de “evde bağdaş kurup bir sofrada yenen yemeklerin yan yana, diz dize oturup aynı çorbaya kaşık salmanın güçlülüğün-dayanışma sıcaklığının kaybolmasına kadar götürüyor…!
Böyle bir anlayışla GÖMMEK fiili Çanakkale Yörüklerinde yerini bir başka ve anlamlı fiile bırakıyor ki, biz burada o fiili başlığımız da aldık… O da SAKLAMAK fiili !...
Gömmek-saklayıvemek gibi fiilleri kullanabiliriz, ama bir gün başka bir dünyada buluşabilmek adına, saklayıvemek birleşik fiilini, dönmeyeceklerini bilsek de kullanmak, hem beklentimizi diri hem de özlemimizi sıcak tutar diye daha anlamlı gibi geliyor bize, siz okuyucuların bakış-düşünüş açısı da önemli…?!
SAKLAYIVEMEK olarak halk arasında bilhassa Çanakkale’deki Kazdağı Yörükleri tarafından birleşik fiiller çok sık kullanılır. Bu fiilin kullanışını Ayvacık halkından bir teyzemiz, eşinin ölümünü bize anlatırken:
---Hayrettin be oğlum, amcan gözüme bakarken dıngılıvemesin mi ?
---Uyudu mu?
---Yooo, ölüvedi.
---Siz ne yaptınız?
---SAKLAYIVEDİK !...
Burada, dıngıl-mak (uyumak-ölmek), saklayıvemek (gömmek), anlamında kullanıyor… Saklamak fiiliyle, “ölüyü-gömmek” İç-Anadolu kültürüne göre çok hafife almak, gibi görünse de, SAKLAMAK fiilinde İSTENİLDİĞİ zaman gizlenen yerden çıkarma anlamı da vardır, yanımızda-yakınımızda demektir.
Bu fiilerin işlevselliklerini tartışırken bir şeye de dikkat çekmek gerekir, hangi fiillerin işlevselliği bizi rathatsız, hangi fillerin işlevselliği bizi mutlu eder ?! Gelmek-kalmak-bakmak bizi mutlu ederken, gitmek-kaybolmak-saklanmak fiili biz rahatsız eder…?!
İsteriz ki, sevenlerin-sevilenlerin hep bizimle olması -bencillik- olarak görülse de insanın bedenen yanınızda olması bile bazen yetmez, kendinizi yalnız hissedersiniz; ayrıca, ruhun sarması-sarmalaması önem kazanır…” (gazetevitamin.com)
“Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, Araştırmacı ve Yazar Prof. Dr. Cahit Kavcar (82), yaşamını yitirdi. Prof. Dr. Cahit Kavcar’ın edebiyat, dil, eğitim, öğretmen yetiştirme, Türk dili ve edebiyatı öğretimi, Türkçe Eğitimi, kültür-sanat konularında, bir kısmı ortaklaşa, bir kısmı derleme üzere 17 kitabı, çeşitli bilimsel dergilerde yayımlanmış 120 makalesi bulunuyor.https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/prof-dr-cahit-kavcar-yasamini-yitirdi- 82-yila-17-kitap-120-makale-sigdirdi-2428003
Hocamızın, okunmanızda yararını gördüğümüz bir makalesinin adını ve linkini sizlerle paylaşarak, ANILARIMIZA giren Prof. Dr. Cahit Kavcar’ın düşünce yapısını da kavramış oluruz… “ATATÜRK'ÜN KÜLTÜREL ALANDA YAPTIĞI YENİLİKLER https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/803336
Öğretmen Okullarının, Köy Enstitülerinden gelen güzel yapısı vardı; bu da dikkatli olmak, el-iş becerisine sahip olmak, düşünce yapısında ideal olup davranışlarında SEVİYELİ ve ölçülü olmaktır.
Öğretmen Okulunun ilk iki sınıfında belli bir not ortalamasına sahip olanlar, öğretim yılı sonunda Öğretmenler kurulunda değerlendirilmeye alınırdı.
Cahit Kavcar hocamızın da Aydın Ortaklar Öğretmen Okulu’nun ikinci sınıfından itibaren not ve kişilik değerlendirmesi yapılarak, gelecekte liselerde öğretmen olabilmesi için Yüksek öğretmen Okulu adıyla kurumsallaşan bir öğretim kurumuna gönderilirdi, Eğitim Enstitüsü mezunları da genelde ortaokul ve liselerde görev alırdı…
Yüksek öğretmenliler grubu içinde Ankara-İstanbul mezunları etkendir. İzmir Fen Bilgisi ağırlıklı olduğu için adı az duyulur. Bu eğitim kurumundan MEZUN olanların çoğunluğu ÜNİVERSİTE akademisyenliğinde çok etkin olup Alan Eğitimleri kuvvetli arkadaşlardır, yanlış anlaşılmazsa ilkokuldan sonra 7 yıllık Öğretmen Okullarının iletişimdeki eksikliğini de dikkate almak gerekir…
Yüksek Öğretmen Okulları
“ Cumhuriyet döneminde ortaöğretim öğretmenlerinin, özellikle lise ve dengi okulların öğretmenlerinin yetiştirilmesinde önemli hizmeti olan kurumlardan biri de yüksek öğretmen okullarıdır. 1890’da kurulan “Darülmuallimin-i Âliye”, Cumhuriyetten sonra açılan bu tip okulların ilk örneği sayılır. Cumhuriyetin ilk yıllarında karşılaşılan başlıca sorunlardan biri, istenilen sayıda ve nitelikte lise öğretmeninin bulunmayışı idi. Bu nedenle 1924’te İstanbul’da “Yüksek Muallim Mektebi” adı verilen okul gelir. Yüksek öğretmen okulu, üniversite öğrencilerinden bir kısmını sınavla alıyor, devlet hesabına okutuyordu. Öğrenciler, özel alanlarıyla ilgili dersleri Edebiyat ve Fen fakültelerinde görüyorlar, ayrıca okulda pedagojik formasyon sağlayan bir takım dersler de alıyorlardı. Önce yalnız erkek öğrencilerin kabul edildiği bu okula1940’tan sonra kız öğrenci de alınmaya başladı. Ancak bu köklü kurum, lise öğretmeni ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Lise öğretmenine duyulan ihtiyacın giderek artması karşısında, 12 Ağustos 1959 tarihinde Ankara’da yeni bir yüksek öğretmen okulu açıldı. Bu, ilköğretmen okullarının en başarılı ve seçkin öğrencilerini alma esasına dayalı yeni bir modeldi.
Başlangıçta fen koluna öğrenci alan bu okul, 1960’ta edebiyat koluna da aynı yöntemle öğrenci almaya baladı. Bu okulun öğrencileri dal öğrenimini üniversitenin ilgili fakülte ve bölümlerinde, öğretmenlik meslek bilgisi derslerini ise yüksek öğretmen okulunda alıyorlardı. İlk uygulamadan çok verimli sonuçlar alınması üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul’daki tarihsel yüksek öğretmen okulunu da aynı modele dönüştürdü (1964). Burası da hem edebiyat, hem fen koluna öğrenci alıyordu. 1964 yılında İzmir’de de aynı modele göre bir yüksek öğretmen okulu açıldı, orası yalnızca fen koluna öğrenci aldı. Böylece, Türk milli eğitiminde nitelikli öğretmen bakımından büyük bir canlılık sağlandı. Ancak 1974’ten sonra kendini gösteren olumsuz gelimeler sonucu, 1978 yılında yüksek öğretmen okulları kapatıldı ve bu okullar da tarihe karıştı. (Kavcar, 1982). https://www.ajindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423870065.pdf
Bu Yüksek Öğretmen Okulu!ndan mezun olan akademisyenlerden biri Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Leylâ Karahan, Necati Eğitim’den tanıdığım hocalarımız Yılmaz Boyunağa (yazar) ve Osman Hatipoğlu 😊
Çay harda (kuvvetli ateşte), yiğit darda pişer !?.. (Urfa sözvarlığı) Bizler, öğretmenlikte dar (zor) zamanda piştik.
SEVİYELİ OLMAK,
Günlük hayatımızda çok sık kullandığımız, saygısız ve kaygısızlardan bıktığımız zaman aradığımız en önemli kelime, bizi kirli söyleyişlerimizden, çirkin davranışlarımızdan alıkoyan sihirli kelime olarak karşıma çıkmaktan korkmayan SEVİYE… !?
İlköğretimden başlayarak, yükseköğretime kadar geçen sürede öğrencilere vermeye çalıştığımız, davranış biçiminde seviye ( düzey ) aradık, ama not korkusuyla oluşan anlayış bunu bizlere tam yansıtmadı. Aile ilişkilerimizden tutun, çevresel ve toplumsal ilişkilerimize kadar seviye aradık, bulduğumuzda sevindik, bulamadığımızda kahrolduk. İstedik ki, tüm insani ilişkiler seviye kazansın, değerler sistemi oluşsun, insanlar birbirleriyle buluşsun… Seviye kazanmak, kişinin kendisini zihnen tanıması, hem kişisel hem toplumsal yönünden kimliğini, kişiliğini buluşturup bütünleştirmesiyle mümkündür.
Seviyeli insan özellikleriyle, seviyesiz insan özelliklerini tanımak çok kolay olur. Seviyeli insanda; önce nezaket, sonra zarafet hem konuşmaya, hem davranışa yansır. Ses tonundan, bakışına, bakışından tüm bedensel davranışına kadar kendini gösterir... Bilgisini, görgüsünü yerinde kullanma, paylaşma söz konusudur. Kabalık yok, centilmenlik var, gülüş var, hoşgörü var. Haddini bilme adabı taşıma var… Haysiyet (kendine saygı duyma) ve şeref (kendine ve başkasına saygı duyma) kavramlarına karşı hassasiyet vardır.
Cahit Kavcar’da seviye, kimlik-kişilik önemli olup O’nun yaşam biçimi olmuştur…
Sonuç olarak;
Prof. Dr.Cahit Kavcar, hocam olmadı, ama doktora çalışmalarımda eserlerinden yaptığım alıntılarımla, akademik görüşleriyle;
2011’de ÇOMÜ TÜBİTAK Giresun Proje Grubumuzu memleketime götürdüğümde akademik bir grup arkadaşımla Şebinkarahisar’ın eniştesi olarak özel olarak DUT bahçelerimizin yoğun olduğu Kadıoğlu semtinde ziyaret ettik, Cahit hocamı dut ağacının dibinde elinde kitap okurken gördük.
Huzur evden geldiğine göre, bu huzuru yaratan eşi Zehra hanımefendiyle YAZ tatilinin değişmez yeri olan kayınvalidesinin evindeki sohbetimizin ayrı güzelliği, dara düştüğüm zamanlarda tavsiyeleriyle, VEFA duygusunun derinliğiyle karşılaştığım biriydi, üzerimde hakkı vardı…
Hocamıza son görevimi yapamadım, ama yerimize de hak helâlliğimizi verdiklerine inandığım, VEFA kelimesinin anlamı ve içeriği olduğunu iyi bildiğim, iki ayrı akademisyenin (Prof. Dr. Sedat Sever ile eşi ve Prof. Dr. Leylâ Karahan) son görevdeki varlığı, bizim için de ayrı güzellikti…
ANILAR hüzün taşısa da törene katılan öğrencilerinin de ANILARINI paylaşması, ayrı bir buluşma gerçeği olmuş…
Yıllarını-yollarını Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesinde akademisyen ve yönetici olarak geçiren hocamıza bir UĞURLAMA töreni yapılmayışı, yıllarını EĞİTİM kurumlarında geçiren -akademisyen, araştırmacı-köşe yazarı- olarak şahsımı üzdüğü kadar, sanırım, İÇ SESLE katılanları da üzmüştür; bunu belirtmek de görevim olsa gerek !?…
İlet-i-Ş-i-m sözcüğündeki “Ş” ünsüzünün, yöneticilerimizde de etkinliği kaçınılmazdır…
Şebinkarahisar'ımızın tanınmış ÜÇ Eniştesinden (M. Emin Yurdakul- Bülent Ecevit) biri olan Prof. Dr. Cahit Kavcar hocamızı kaybetmenin ıstırabını içten duyan biri olarak, kendilerini rahmetle-özlemle, saygıyla anıyor; RUH HUZURU diliyorum ...
Yazımızı, Azerbaycanlı Şair Mehmet İsmail’in dizeleriyle bitiriyorum..”
“Ötüb keçdi səhər yeli, şərqilər yarıda qaldı.
Bütün bağçalar kilidli, açarı Tanrıda qaldı.
Gəlib çatdı ən son ölmək, nə bir yarpaq, nə bir çiçək?!
Alışır günəşdə pətək, balları arıda qaldı...”
Çanakkale’den SEVGİLERLE …
25. 08.2025
Dr.Hayrettin Parlakyıldız
Akademisyen, Araştırmacı-Köşeyazarı
E-Posta: [email protected]