Son yıllarda iyice ayyuka çıkan, biz dünyalıların özgüven eksikliği oldukça  canımı sıkmaya başladı sayın okur.

Son yıllarda iyice ayyuka çıkan, biz dünyalıların özgüven eksikliği oldukça  canımı sıkmaya başladı sayın okur. Eline mikrofon alan konuşmacısı, hasbelkader önüne bir klavye düşmüş yazarı, gazetecisi, yedinci sanat için mesai harcayan senaristi-yönetmeni, daha kimler kimler mal bulmuş mağribi gibi bir fikre kapılmışlar ağızlarından eksik etmiyorlar: ‘’Koskoca galakside kum tanesi kadar yer kaplayan dünyada…’’diye başlayan beylik cümleler. Yok Samanyolu Galaksisi’ndeymişiz, ondan bile milyonlarcası varmış,  bilmem ne Kompleksi’nin Başak Süperkümesi’nin içinde yer alan dünyada, toplu iğne kadar hacim kaplayan insanoğlunun ne önemli meselesi olabilirmiş, gibisinden bir sürü hezeyan.
Zaten bir elma yedi diye başına gelmedik bela kalmayan ademoğluna kendi türünden gelen bu yorumları çok acımasız kategorisinde değerlendiriyorum. Olaya tersinden bakmak suretiyle, koca gözlemlenebilen evrende tek hücreli bir canlı kadar yer tutan dünyanın sakinleri olarak koca koca medeniyetler kuran insanlık tarihine bu kadar haksızlık yapmak kimsenin haddine değildir sayın okur. Kapladığı alan küçük olsa da hiç bitmeyen savaşlara rağmen bugün geldiğimiz noktayı da kimseye küçülttürmem kusura bakmayın.
Tabi bu işler hep Carl Sagan denen gökbilimcinin başının altından çıktı biraz da. Kendi popüleritesini arttıracağım diye, kozmosu büyüttükçe büyüttü oran olarak tabi biz de küçüldükçe küçüldük. Toprağı bol olsun,  şimdi bizim uzaydaki küçüklüğümüzden dem vuran lafları duydukça kıs kıs gülüp böbürleniyordur.
Patronun keyfinin yerinde olduğu bir zamanı kollayıp, ‘’önemli olan Hubble teleskobuyla evrene bakıp hayıflanmak değil; asıl mevzu Agah kadar yer kaplayarak dünyayı değiştirebilmek patron’’ dedim çayı koyarken masaya. Boş bakışlarını manalandırmaya çalışırken, Plüton’un bilim dünyası tarafından, itibarıyla nasıl oynandığı geldi aklıma. ‘Yarın bir gün beni kovabilirsin, kalemime el koyabilirsin ancak süreç beni eninde sonunda hak ettiğim yere taşır, tarihin önünde kimse duramaz’ şeklinde gereksiz bir yükselişe imza atarken, bana baktığı saniyeler içerisinde paralel evrende yaşlanan İnterstellar kahramanları gibiydim. Çay ocağındaki aynada fazladan birkaç beyaz görünce saçımda, buna mı üzülücem koskoca evrende, diyerek kendimi avutmasını da bildim sayın okur.