Dünyada doğal kirliliklerin yanı sıra insan oğlunun yarattığı kirlilik her geçen gün katlanıyor. Değişen iklim koşullarına rağmen durmak bilmeyen kirliliğin en büyük nedeni ise yine insanoğlunun kendisi oluyor. Kendi dünyamızı ve atmosferimizi kendi ellerimizle kirlettiğimiz bu dünyada, özellikle 1950’lerden sonra kurulan nükleer ve termik santraller kirliliğin en büyük sebeplerinden biri oldu. Çernobil faciası başta olmak üzere yaşanan patlamalar ve sayısı her geçen gün artan termik santraller, atmosferdeki radyoaktif kirliliği her geçen gün katlıyor. Çanakkale’de de faaliyet gösteren termik santrallar ve Türkiye’nin radyoaktif kirliliği ile ilgili öğrencileriyle beraber ciddi çalışmalar yürüten Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Evran Enginal, katıldığı Kampüs TV özel programında önemli bilgiler verdi.
Atmosferdeki Radyoaktif kirliliklerle ilgili bilgiler veren Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Evran Enginal “Dünyanın gündeminde iki özel konu var detaylı bir şekilde ele alınması gereken. Bunlardan bir tanesi iklim değişikliği. Diğeri ise çevresel etkiler. Bir diğeri de çevresel riskler. Veya özellikle potansiyel toksit element kaynaklı ekolojik riskler. Çevre kirliliği dediğimizde ya da ortam bozulması olarak aslında biz coğrafyacılar olarak bunu böyle tanımlarız. Bu bazen doğal sebeplerle, doğal kaynaklarda çoğunlukla ise insanların özellikle ekonomik faaliyetlerinden kaynaklanan kirleticilerdir. Bunlar çok çeşitli noktasal veya noktasal olmayan kaynaklardan türeyebilirler. Bunların soluduğumuz havada, içtiğimiz suda, tarım yaptığımız toprakta ve canlılar üzerinde yarattığı bozulmaya yönelik tahribat süreçlerini anlıyoruz” dedi.
Tek neden insan değil
Çevrenin kirlenmesinde doğanın da etkisi olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Evran Enginal “Tabii ki doğal kaynakların da çevre kirliliğine yol açtığını söyleyebiliriz. Neden? Bu bizim pek müdahil olamayacağımız bir konu. Örneğin volkanik patlamalar. Bugün dünya üzerinde 500'ün üzerinde aktif volkan var ama jeolojik geçmişte çok daha fazlaydı. Şu anda yaşadığımız gezegende tabi ki volkanik patlamalarla açığa çıkan karbondioksit başta havadan ağır gazların, tozların yarattığı bir kirlilik var. Buna müdahale edemeyiz. Veya evresi başladığında bitkilerden açığa çıkan o polenlerin atmosferimizde yarattığı yoğunluk. Yine bu doğal bir kirlik” dedi.
Örneğini Çanakkale’de yaşıyoruz
Sanayi devrimi sonrası hızla büyüyen kirliliğe de dikkat çeken ve insan elinin çevreye zarar vermeye başladığını dile getiren Prof. Dr. Enginal “Maalesef sanayi devrimi sonrasında kömür ve diğer fosil yakıt kullanımıyla birlikte hem atmosferimizde, hem sularımızda, hem topraklarımızda, hem de yaşayan canlılar üzerinde çok önemli bir baskı unsuru oluşturdu. Çevre kirliliği belki sanayi devriminden önce ve sonra olarak da ikiye ayırmak gerekiyor. 18. yüzyılın sonları 19. yüzyılın başlarından itibaren hızlanan bu kirlik daha önce yok muydu? Vardı ama daha lokal ölçekteydi. Fosil yakıtlarının yanı sıra kentleşme, nüfus artışı, bunun yarattığı kentleşme, kırdan kentsel alanlara göçün artması beraberinde kirliliği de arttırdı. Mesela Çanakkale'de biz bunları yaşamıyor muyuz? İçinden akarsular geçen, dereler geçen birçok şehirde kanalizasyon atıkları başta olmak üzere kentsel atıklar ve atık sular hem su ekosistemini tehlikeye düşürüyor. Bir yandan da bu kıyılara, denizlere kavuşuyor. Oradaki sıvısı ortamında başta olmak üzere tüm canlıları risk altında tutuyor” dedi.
Çevre kirliliğinin en ürkütücü kısmı
Radyoaktif kirliliğin çevre üzerindeki etkilerine de değinen ve kirliliğin en ürkütücü kısım olduğunu dile getirerek Prof. Dr. Ahmet Evran Enginal “Radyoaktif kirlilik kısmı çevre kirliliğin aslında en ürkütücü kısmı. Termik santraller atmosferimizi kirletmiyor mu? Biz üniversitemizdeki öğrencilerimize termik santrallerde çalışma fırsatı vererek gözlemleme çalışmalarını yapmalarını söylüyoruz. Yine öğrencilerimizi Çanakkale'deki çan termik santrallerini çalıştırdık. Yani bu santraller çalışırken bunların açığa çıkardığı kül bulutlarının içerisindeki metaller yavaş bir şekilde, serpinti şeklinde tarımsal toprakların üzerine düşüyor. Canlılar bunları bünyelerinde biriktiriyorlar. Ama radyoaktif kirlilik çok daha tehlikeli. Dolayısıyla vatandaşın aklındaki en önemli soru işaretlerinden biri de Nükleer enerji. Çernobil başta olmak üzere yaşanan patlamalar Avrupa ve Ülkemizde de hissedildi. Nükleer tehlike bizim topraklarımızda daha da artarak hissedilmeye başladı. Neden çok önemli? Çünkü bunların etkileri çok uzun vadede devam ediyor. 1986 yılından günümüze kadar meydana gelen bu patlamayla topraklarımıza düşen Sezum 137 daha yeni yarı yarıya düştü. Bunun daha en az 7 defa yarılanması gerekiyor ki yaklaşık 250 yıl kadar sonra minimal düzeyde bir sezyum zenginleşmesi söz konusu olacak. topraklarımız veya bu radyoaktif kirliliği yaşayan Avrupa toprakları ancak 250 sene sonra radyoaktivite bakımından daha temiz bir hale gelecek” ifadelerini kullandı.
Yakıt için madencilik hızlandırılınca coğrafya zarar görüyor
Programa konuşması olarak katılan Eğitim Fakültesi Öğretim Elemanı Araştırma Görevlisi Serkan Yavuz ise nükleer santrallerin enerji üretimini destekleyecek madencilik çalışmalarına da dikkat çekerek, maden ihtiyacının coğrafyaya zarar verdiğini belirterek “ 2 Aralık 1942'de İtalya’da ilk kendi kendine devam eden yapay nükleer reaktörü oluşturuyorlar. Aslında dünyamız o saatten sonra tamamen değişmez hale geliyor. Çünkü bunun iki sebebi var. Birincisi biz nükleer enerjiden enerji elde etmek için nükleer santraller inşa ediyoruz. Bu nükleer santrallerin içerisinde uranyum ve toryum yakmamız gerek. Bize yakıt lazım. Dolayısıyla madencilik faaliyetlerini hızlandırıyoruz ve coğrafyayı değiştiriyoruz. Bu madencilik faaliyetlerinde atmosfere uranyum ve toryum karışabiliyor. Tenorm denilen bir kavram ortaya çıkıyor. Tenorm nedir? İnsan eliyle değiştirilmiş, modifiye edilmiş aslında doğal radyonüklitleri kapsar bu terim. Bunun için nükleer santrallere gitmeye gerek yok. Termik santrallerde de bu var. Orhaneli'de veya Çan termik santralini ele alırsak kömür ve linyitle çalışır bu santraller. Peki kömür ve linyitin içerisinde eser miktarda uranyum ve toryum yok mu? Var ve bunlar uçucu kül bulutlarıyla atmosferden topraklarımıza yayılıyor. Bir diğer sebep ise nükleer silah halen caydırıcı bir güç. 1950'lerden sonra bir nükleer silahlanma yarışı meydana geldi ve Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Fransa gibi birçok ülke atmosferik silah testleri yaptı ve bu testler vasıtasıyla atmosferimizi devasa miktarlarda Sezum 137, Tronsium 90, IO31 gibi aslında radyolikler girmiş oldu ve unutulmamalıdır ki nükleer santraller olağan koşullarda bile doğal süreç olarak çevre radyoliklit yayılımı yaparlar” dedi.