Çanakkale Kent Müzeri ve Arşivi'nde bugün itibariyle 'Kent Lugatı' sergisi 'Bir Çanakkale Jargonu, bir takım kelimelerle daha güzel' temasıyla Eyüp Görgüler Süreli Sergi Salonunda kapılarını açtı. 6 Mart 2026 tarihine kadar açık kalacak serginin ilk buluşması bugün gerçekleştirilecek.

Çanakkale Belediyesi sergiye ilişkin internet sitesi üzerinden bilgilendirmede bulunarak kent lugatının önemine çekerek, Çanakkale'de kullanılan kelimelerin anlamlarını açıkladı. Belediyeden yapılan paylaşımda şu ifadeler yer aldı; "

Her kentin kendine has bir dili vardır. Sokakta, kahvede, pazarda, okulda duyulur; evde, sofrada, deniz kenarında şekillenir. Bu dil, yalnızca kelimelerden ibaret değildir. Bir bakışın, bir seslenişin, bir esprinin, bir lakabın içine siner. Çanakkale'nin insanı kelimelerle oynar, onları evirir çevirir, yerelden evrensele taşır. Burada bazen vapur beklerken kurulan cümle, bazen sahilde dostlarla edilen muhabbet, bazen de sokaktan geçen bir satıcının seslenişi yeni bir kelimeye dönüşür.

Sergi boyunca göreceğiniz kelimeler, sadece eğlenceli değil; aynı zamanda toplumsal belleği, kentin çok katmanlı yapısını, farklı kuşakların ortak mizahını ve kendine özgü yaşam tarzını yansıtıyor. Biz biliyoruz ki, kelimeler sadece iletişim aracı değildir. Onlar aynı zamanda kimliktir, hafızadır, aidiyettir. Kent Müzesi ve Arşivi olarak, kelimelerin halkla iç içe geçmiş bir kültürel değer olduğunu ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sergi, Çanakkale'nin sokaklarında dolaşan kelimeleri bir araya getirerek, kentin ruhunu görünür kılmayı amaçlıyor.

Ve bu yolculuk sadece bizim değil, hepimizin yolculuğu. Bu sergiyle sizleri kelimelerin ardındaki hikayeyi duymaya, Çanakkale'nin gündelik hayatına bir başka gözle bakmaya ve kendi sözünüzü bu sözlüğe eklemeye davet ediyoruz. Bu serginin yapım aşamasındaki yardımları için Özgül Keloğlu'na teşekkürlerimizle…"

Ağdırık: Dengesiz, eğik, bir yana devrik(yük)

“Eşek yan yan yörüyo, semeri ağdırık galmış.” (Eşeğin yükü dengesiz yüklenmiş, hayvan yan yan yürüyor.)

Çanakkale Müzik Festivali başladı
Çanakkale Müzik Festivali başladı
İçeriği Görüntüle

Ağnanmak: Hayvanların yere boydan boya yatıp toza toprağa bulanması

“Sıpayı bostana kim saldı? Ağnanıp duru. Maksül yerlede.” (Sıpanın bahçeye girmesine kim göz yumdu? Hayvan yerde yatıp yuvarlanmış. Mahsulü ezmiş.)

Appacık: Tertemiz, bembeyaz

“Carşafları derede tokaçladım appacık oldu.” (Çarşafları derede üstlerine tahta tokmakla vurarak yıkadım. Çarşaflar tertemiz oldu.)

Aretlik: Yakın arkadaş, dost, ahretlik

“Aretlimlen gına yakındık.” (En yakın arkadaşımla elimize kına yaktık.)

Arık: Zayıf, sıska, cılız

“Sıpa arık zati, ne ezcek bostanı.” (Sıpa zaten sıska, bostanı ezemez.)

Avkalamak: Örselemek, hırpalamak, ansızın altına almak. Karıştırmak, iyice karıştırmak, kabartmak.

“Kediyi avkalaman, cirbesini çıkadınız.” (Kediyi şiddetli ovuşturarak sevmeyin, hayvanın posasını çıkardınız.)

Ayink: Düğünlerde ya da başka zamanlarda yapılan eğlence

“Len bizim oğlan, devrisi gün Yenice'de ayink vamış.” (Bakar mısın bizim oğlan, öbür gün Yenice'de eğlence varmış.)

Bea: Bir çeşit noktalama işareti diyebiliriz

“Yeter bea. Napıyon bea? Hadi bea!”

Bici: Civciv

Nabüsün? (Ne yapıyorsun?)

Bicilere darı atıvedim. (Civcivlere mısır atıverdim.)

Boduç: Küp

“Hele va valık bocutu kim gırdı?” (Elde avuçta bir küpümüz vardı, onu kim kırdı?)

Büvelek: Sığırları rahatsız eden bir çeşit sinek, gübre sineği

“Büvelek gibi öpem de öpem of bea!” (Büvelek sineği gibi rahatsız edici şekilde öpeyim diye ısrar ediyorsun. Darlama!)

Büvet: Su birikintisi, gölcük, bataklık. Suyun önüne çekilen set, bent. Irmağın en derin yeri.

“Te orda dereyi büvet etmişle, bizim tarlala hep gurak.” (Uzakta derenin önüne set çekmişler, bizim tarlalar susuz kaldı.) (İkinci anlamıyla kullanılmıştır.)

Caba: Bahşiş

“Civler köyü muhtarı Salaga'dan çalgıcılara caba.” (Civler köyü muhtarı Salih Ağa'dan çalgıcılara bahşiş.)

Cacala: İnce dokunmuş kilim

“Fatmenge cacalayı gızken mi tokudun?” (Fatma Yenge, kilimi evlenmeden önce mi dokudun?)

Cimciklemek: Çimdiklemek.

“Gız lâfı aazından gaçırınca anası gızıın golunu cimcikledi.” (Kız lâfı ağzından kaçırınca annesi kızının kolunu çimdikledi.)

Cungu: Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv

Gurk davık hollukta cungulamış. (Folluktaki gurk tavuğun civcivleri yumurtadan çıkmış.)

Çelermek: Sinirlenerek gözlerini açıp bağırmak

“Barenge gene dadalara çeleripduru.” (Bahriye Yenge yine çocuklara sinirlenmiş, bağırıyor.)

Çepel: Toz, saman, yoz tohumlarla karışık hububat.

-Napduruyon? (Ne yapıyorsun?)

-Nabayım beya, darının çepelini atleyyon. (Ne yapayım, mısırın çöpünü ayıklıyorum.)

Çıkı/Çıkın: Bohça. Eşyaları sarmak için kullanılan büyük bez parçası.

Çayır damı alçacık

Buğdaylar sarı kılçık

Al çıkını kaçalım

Ayvacık yolları açık

Dada: Bebek, bir aylıktan iki yaşına kadar olan çocuk

“Dadalaan uykusu geldi.” (Çocukların uykusu geldi.)

Dığan: Yağ tavası

“Kirbiti verive de dığanın altını yakam.” (Kibriti veriver de yağ tavasının altını yakayım.)

Dıngılmak: Yıkılmak, devrilmek, yuvarlanmak

“Saykı çok çalıştın da hemen dıngıldın.” (Sanki çok çalıştın da hemen uzanıp yattın.)

Dizeme: Bahçe ve tarla kenarındaki parmaklık, çit, tahta perde

“Hosman Aganın düvesi dizemeyi yıkdı geçdi namıssız.” (Osman Ağa'nın dişi sığırı bahçe çitini yıktı geçti.)

Dürü: Düğün hediyesi

“Ezine'ye gitcez de dürüye babıç, anteri, göynek alıp gelcez.” (Ezine'ye giderek düğün evine hediye olarak götüreceğimiz pabuç, entari, iç giysisini alıp geleceğiz.)

Encek/Enik: Kedi ve köpek yavrusu

“Toktur Beğ, dadalara enikleri afkalaman, kışkırman, anası dalar didim didim diğnetemedim.” (Doktor Bey, çocuklara köpek yavrularını sarsmayın, kovmayın annesi ısırır dedim dedim dinletemedim.)

Gandak: Yamaç bir tarlaya bırakılan suyun, toprağı götürmemesi için yapılan set

Şu gandakın arkası

Yalçın kaya uçurum

Verin benim yârimi

Ben aklımı uçurum

Gıdışım: Kardeşim

“Gıdışıııııım… Emme özelemişim ha.” (Kardeşiiiim… Seni amma çok özlemişim ha.)

Gobak: Topaç

“Ok ka uyunur mu vire! Gözleen gobak gobak olmuş.” (O kadar çok uyunur mu yahu? Uyumaktan gözlerin şişmiş, topaç gibi olmuş.)

Gödek: Lokma, yağlı ve kıymalı pide

“Fırına gödek attım çay guy da yiyem.” (Fırında gödek pişiyor, çayı koy da yiyelim.)

Gulü: Hindi

“Düyünde kaföre saçını yaptırmış bööle gulü gibi.” (Düğün için kuaförde saçını çok kabarık yaptırmış.)

Haranı: Tencere

“İnge, haranıya papara doradım senin gızanna da yisin.” (Yenge, çocuklarım için tenceredeki sütün içine ekmek doğradım, senin çocukların da yesin.)

Havut: Semerlere doldurulan ot

“Deveyi havuduyla yutmak yani yasal olmayan yollardan büyük yarar sağlamak, herkesin gözü önünde büyük hırsızlık yapmak bizim ülkemizde hiç rastlanmayan bir durumdur.”

Here/Hire: Sincap

“Bizim gozları here çalıpduru.” (Cevizlerimizi sincap çalıyor.)

Hışdınmak: Boş vermek, önem vermemek, aldırmamak

“Alantiri söndür, hışdınma.” (Elektiriği kapat, boş ver.)

Hışır: Olmamış, ham meyve (daha çok kavun, karpuz için)

“Depreş de hışırları düveleen önüne atıve.” (Kalk da ham meyveleri sığırların önüne at.)

Hinci/Hincik: Şimdi

- Muhtar Emmi nere gitti? (Muhtar nereye gitti?)

- Hincik bordaydı. (Şimdi burdaydı.)

Irgalamak: Sarsmak, sallamak

“Dadanın beşiini ırgalayı ve.” (Çocuğun beşiğini sallayıver.)

Kapçık: Meyve kabuğu

“Kapçıklardan evde kompost yapabilirsiniz.”

Karamık: Saçma büyüklüğünde meyveleri olan dikenli bir bitki, çalı

“Dadanın garnı ağrıyo, karamık dolpa da kaynatam, içirem.” (Çocuğun karnı ağrıyor, karamuk topla da kaynatıp içirelim.)

Keleter: İki kulplu küfe biçiminde büyük sepet

“Bubaa! Avluda bakraçlan gıyında keleter varıdı. Nettin enkini?” (Babaa! Avluda, bakraçların yanında büyük sepet vardı. Onu ne yaptın?)

Kemre: Gübre, tezek

“Aeliiiiiiii, gımılda küree al ge draktöre kemre atcez!” (Aliiii, kımılda küreği al gel traktöre gübre atacağız.)

Kostak: Çalımlı, iyi giyinmiş, güzel, yakışıklı

“Hinciki gençle arık oldu mu kendini kostak sanır.” (Şimdiki gençler zayıf olmayı güzellik sanıyor.)

Kötürge: Kaldıraç

“Bana bir kötürge verin, dünyayı yerinden oynatayım." Arşimet

Künge: Toz, çöp, süprüntü

Emine İnge sen dur ben devrisi gün geliverem sana bayram temizline. (Emine Yenge, ben öbür gün sana bayram temizliğine gelirim.)

Ah yavrıııııım, savol evle temelli künge olduydun. (Ah yavrum sağ ol, odalar epey tozlanmıştı.)

Marama: Kadınların başlarına örttükleri dokuma bez

“Yöremizde gelenek olarak vefat eden evli bir kadınsa tabutunun üstüne marama örtülür.”

Marı/Mare: Kadınlara özgü seslenme ünlemi

  • Konuştuğum çocuk Çanakkaleli ben İzmirliyim. Bana sürekli marı deyip duruyor. Ne demek bu marı Allah aşkına?
  • Çanakkale'de samimi kızlar birbirlerine marı/mare derler ama erkek sana marı/mare diyorsa gerçekten sana kendini yakın hissediyordur.

Meci: Parasız iş gören yardımcı

“Böön meci, Iraz Abanın zeytinleni dopladı ben de meciye tokmak hamuru bişirdim.” (Bugün Iraz Abla'nın zeytinleri imece usulü toplandı, ben de imecilere yemek pişirdim.”

Met: Çelik çomak oyunu ve bu oyunda kullanılan 10-15 cm uzunluğundaki değnek, çelik

“Atış yapacak olan oyuncu çomağı (uzun sopa) çukura daldırıp metin (çeliğin) altından vurarak havaya kaldırır ve havadaki mete çomakla hızla vurup meti olabildiğince ileri gönderir.”

Napan: Ne yapıyorsun?

Napan? (Ne yapıyorsun?)

Nabayım, yaltomladan al da sefte yapam. (Ne yapayım, yağlı tohumlardan al da siftah yapayım.)

Sadıç: Yakın, candan arkadaş

“Yaz bunu, erkez erkezciin sadıcı olabilmez.” (Herkes herkesin yakın arkadaşı olamaz.)

Söbü: Yumurta biçimi, oval

“Adi ordan düz dünyacı cayil, dünya söbü.” (Hadi ordan düz dünyacı cahil, dünya yumurta biçiminde, oval.)

Susak: Sukabağından oyulmuş maşrapa

“Bizim susak kabakları avize olmuş, dünya paraya satılıyormuş.

Şılak: Işıklı, aydınlık, parlak

“Yeni gelinin bilezikle ta burdan bure gada şılak.” (Yeni gelinin bilezikleri hem çok sayıda hem de parlak.)

Terezlemek: Temizlemek

“Terezledim terezledim terezlenmedi.” (Temizledim temizledim temizlenmedi.)

Terlik: Yeldirme, yerli dokumadan yapılan giysi

“Nazlı, terlimi geti ge gonşuya geççem.” (Nazlı, mantomu getiriver komşuya gideceğim.)

Tumbak: Karın

“Tumbaa topacık olmuş dadanın yidirme gali.” (Çocuğun karnı top gibi olmuş, artık yedirme.)

Uyuntu: Kişiliksiz, onun bunun ardına takılan, serseri, tembel, üretemeyen, uyuşuk, pısırık, ağır hareket eden

“Ayten uyuntuluk yapma, git yatakları yaz.” (Ayten tembellik etme, gidip yatakları hazırla.)

Yalık: Çiftleşme zamanı gelmiş köpek, kurt, çakal

“Yalık it kendi gibi fişirde(ği)ni bulmuş.” (Köpeğin çiftleşme zamanı gelmiş, kendisi gibi fingirdek bir eş bulmuş.)

Yalım: Sanırım

“Açbakırı ocakta unuttuk yalım.” (Küçük tencereyi ocağın üstünde unuttuk sanırım.)

Yastaç: Üstünde hamur açılan, yemek yenilen tahta

“Bezeliri yastacın üstüne göre aç bakam.” (Hamur toplarını hamur açtığımız tahtanın boyuna göre aç.)

Yelve: Boz renkli, uzun gagalı, çulluğa benzer bir kuş. Kadınların giydiği şayak ceket

“Bu gumaştan gözel yelve olu.” (Bu kumaştan güzel ceket olur.) (İkinci anlamıyla kullanılmıştır.)

Yovuz/Yavuz: Güzel, iyi, iyi huylu

“Yiyin bak yemişlemiz pek yavuz, almazsanız almayın helal olsun.” (İncirlerimiz pek güzel, tadına bakın, almazsanız almayın helal olsun.)

Yuka: İnce, sığ

“Beni bak, anterin yuka, üşüdürsün.” (Bana bak, entarin ince, üşürsün.)

Zebil: Bakımsız, perişan, değerlendirilememe, yazık olma

“Eeeee… gocadık gali gelinlen elinde zebil olduk.” (Eeee… Yaşlandık, gelinlerin elinde bakımsız kaldık.)

Kaynak: Haber Merkezi