İlk yazım düşündüğümden de çok ses getirdi sayın okur.

İlk yazım düşündüğümden de çok ses getirdi sayın okur. Evet, işyerinde patron, evde aile üyelerinin belli bir hızla gazeteyi yüzüme doğru aşketmelerinin akabinde yanağımdan çıkan ses oldukça yüksekti. Neymiş efendim o kadar uzun cümle mi kurulurmuş, senin yüzünden gazetede fazladan  musahhih mi istihdam edeceğizler, yok,  çocuk bizi fakir sanıyor artık teşekkürler babasılar. Daha neler neler.
 Zaten ilk yazıda kıymetim anlaşılıp masama çiçekler gelseydi işte o zaman yanlış yolda mıyım diye sorardım kendi kendime. Değil mi ki Balzac’ın ilk romanı reddedilmiş, Hayvan Çiftliği ilk seferinde olumsuz yanıt almış, Ayşe Kulin yirmi beş yıl kitaplarını bastıracak yayınevi bulamamış, o zaman ben yazılarımı yazarım ve gerekirse çilegahımda değerimin anlaşılmasını beklerim sayın okur. Çok da vakit alacağını zannetmiyorum ama olur da tüm aksilikler üst üste gelip, bu naçiz vücudum ebediyete intikal ettikten sonra kitaplarım, kör ölür badem gözlü olur diyerekten,  üç harfli marketlerin kasalarında, bilumum üniversitelerin, güzide kasiyerlik bölümünü bitirmiş gençlerin ellerindeki barkot okuyucular tarafından değil de kütüphanenin uzak  bir köşesinde ki yakın gözlük sahibi bir emekli öğretmenin avuçlarında okunsun isterim.
Eskiden olduğu gibi parşömenlere yazılsaydı bu yazı mürekkebin yer yer dağılıp mor adacıklar oluşturmasından anlaşılırdı kirpiklerimden süzülen yaşlar ama şimdi sabah yediğim poğaçanın kaçtığı h ve j harflerinin tam arasına düşen damlalar klavyeyi iyice kahvaltıdan sonra toplanmayan kirli tabağa çevirdi.       
Ertuğrul Özkök’ün kaleminin terk-i diyar edip Alman gazetelerine geçmesiyle, Yılmaz Özdil’in istifalarını Agah Çelebi’nin bab-ı aliye ayak basmasından ayrı düşünenler elbette olacaktır. Ama artık taşlar yerinden oynamıştır ve artık bu mahallede hiçbir şeyin eskisi olamayacağının da altının çizilmesi gerekir. Matbuat tarihi kitaplarını okuyanların,  Çelebi’den önce Çelebi’den sonra bölümleriyle karşılaşması için de geçecek zaman sanıldığı kadar uzak değildir. Bu uzun yolda bazı duayen gazetecileri de kendime rehber edinmem gerektiğini bilerek Nagehan Alçı hanımefendi gibileri takip etmeye çalışacak olsam da kendileri belli bir nokta da sabit duramadıklarından işim zannedildiğinden de zor sayın okur.
Patron boş bardağı üçüncü keredir havaya kaldırıp bana doğru bakıyor. Ofiste küçük çapta bir Meksika dalgalanması başlatmaya çalışmıyorsa mutfağa doğru seğirtmenin vakti gelmiş demektir.