Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye nüfusunun %75'i köylerde, %25'i kentlerde yaşıyordu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye nüfusunun %75'i köylerde, %25'i kentlerde yaşıyordu.
Büyükşehir kapsamında köylerin de mahalle statüsüne kavuşmasıyla  2018 yılında  kent nüfusu %92'ye ulaşmış, köylerin nüfusu %8'e düşmüştür.
Köy nüfusunun yüksek olduğu ve kentlerin sanayi, apartman ve rezidans öncesi mahalle hayatını sürdürdüğü dönemlerde kültürün korunması ve kuşaktan kuşağa aktarılması için örgün eğitime fazla ihtiyaç yoktu. Bu aktarım büyük oranda aileler, akrabalar, sokaklar ve mahalleler tarafından gerçekleştiriliyordu.
Doğdu görme, kırklama, diş hediği, sünnet, kız isteme, nişan, düğün, askere veya hacca uğurlama, ölüm gibi geçiş ve erginleme ritüelleri, kandil, mevlid, teravih, bayram, yeni yıl, hasat gibi merasimler ve oda, meclis, yaren gibi kültürel mekânlar başta olmak üzere sayısız toplanma ve bir araya gelme biçimi kültürün kuşaktan kuşağa aktarımını sağlıyordu.
Yeni kentin kurgusunda, bütün bu aktarım imkân, mekân ve ve alanlarının kentleşme ile ortadan kalkmakta olduğu görülememiş veya önemsenmemiştir. Bu nedenle de kentte kültür aktarımı, bir kaç geleneksel sanat, şiir ve halk oyunu dışında eğitim, koruma ve yararlanma programlarına geleneksel kültürü almamıştır. 
Buna bağlı olarak da Türkiye, sanayileşme sürecinde yeni kenti, kendi kültürüne göre kurgulama başarısını gösterememiştir. Modernite ve çağdaşlık gibi kavramları eksik bir yorumla öne çıkarırken, yeni kentte köklerden ve geçmiş deneyimlerden yararlanmayı gerekli görmeyen bir "yeni kültür" inşasına yönelerek geleneğe sırtını dönmüştür.
Yeni kentte, mahalle veya köy odaları gibi kapalı, bayram yeri, meydan gibi açık kültür mekânları, herkesi kucaklayacak ve kuşaktan kuşağa kültür aktarımına izin verecek tarzda oluşturulamamıştır. Nevruz, Hıdırellez, Bayram gibi sayısız kutlamayı kentli bir kurgu ile görünür veya uygulanır  hâle getirememiş, bütün bu konularda kenti mekânlaştıramamıştır.
Yeni kentte köy ve köylü, bir yandan aruza karşı hecesiyle, ağdalı Osmanlıcaya karşı sade Türkçesiyle, şarkıya karşı türküsüyle...  romantik bir vurguyla değerli bulunurken, diğer yandan eski şehir birikimi tamamen ihmal edilerek önce Avrupa'dan sonra Amerika'dan kentsel kurgu ödünçlenmiştir.
Yeni kent, sembolik bir kaç öge dışında köy ve köylüyü cahil, kültürsüz, gayri medeni olarak görmüştür. Bu konudaki en tipik ötekileştirmesini ise önce "batsın bu töre", sonra da "töre cinayetleri" terimlerini üreterek yapmıştır. Yeni kent, kendi üretimi olan pek çok çarpık sosyolojik ve patolojik sorununu "töre" halısının altına süpürerek oyalanmış, çözüm üretememiştir.
Yeni kentteki modernite yaklaşımı, "eski" her şeyi yararsız, gereksiz ve işlevsiz görmüştür. Öyle ki firmalar, markalar, kurum adları "yeni" kelimesi ile başlar olmuştur. Ticari ilişkilerini sonlandıran iki ortaktan biri eski firma adını korumak için başına "yeni" eklemeyi tercih etmiştir.  Bazıları da eski olmadıklarını kanıtlamak için Türkçede bulunmayan Fransızca ve İngilizce kelimeler kullanmışlardır. Oysa örnek alınmak istenen Avrupa yeni kentte eskiyi yok etmemiş ve  firma, şirket, vakıf veya kurumlarda "since" (...den beri) ifadesiyle bunu kanıtlamıştır.  
Yerli hayvan ırkları, yerli bitki tohumları, yerli yemekler, yerli giyimler, yerli sanatlar, yerli mimari hasılı kelam yerli, geleneksel veya eski ne varsa "yeni" ile hızlı bir şekilde değiştirilmiştir. Geleneksel ürün ve üretimler değersizleştirilmiştir.
Eğitim de aynı çizgide yoluna devam etmiştir. Köyler, kentler karşısında erirken, geleneksel kültür aktarım imkânları ortadan kalkarken müfredatta kültür aktarımı veya kültür eğitimi kendine yer bulamamıştır. Mesela tıp, mühendislik ve siyaset bilimleri öne çıkarken, geleneksel kültür ve sanat eğitimi ya hiç gündeme gelememiş ya da çok cılız kalmıştır.
Okuldan, yönetimden, sanattan, bilimden kovulan geleneksel kültür, yeni kentin yeni sanatının, tasarımının ve yaratıcılığının esin kaynakları arasında yer alamamıştır. Uluslararası toplum, kültürü sürdürülebilir kalkınmanın motoru olarak görürken, Türkiye'de ayak bağı olarak algılanmış veya böyle bir farkındalık hiç oluşmamıştır.
Kentin kültüre göre veya kültürden yararlanarak inşa edilmemesi ve kültürün kuşaktan kuşağa kimlik, aidiyet, bilgi veya tasarım kaynağı olarak aktarılmaması, bugünkü kent karmaşasının ve düzensizliğinin temelini oluşturmaktadır.
"Yerli", "tarihî", "ev yapımı", "köy üretimi", "anne eli değmiş gibi" gibi kelimeler, yeni kentin gelenek ve deneyim üzerine inşa edilmemiş olmasının geniş kitleler tarafından farkına varılması ve buna tepki verilmesi olarak okunabilir. Şimdilik bu farkındalık daha çok gıdada "gdo" meselesi ve sağlıkta da "halk tıbbı" konusunda öne çıkıyor. Mimariden başlayarak kentin diğer hayati alanlarına da sıranın geleceği açıktır.
Sanayileşme sürecindeki yenide aşırılık deneyiminin gösterdiği gibi şimdi de eskide aşırılığa gidilir ve kültürün uygulamalı çalışılmasına yönelik uzmanlıklardan yararlanılmazsa yeni kentin sorunları ve karmaşası bir de bu açıdan artacaktır.