Yirminci yüzyılda inşa ettiğimiz çağdaş kentin sosyalleşmeye yönelik bütün alanlarını ve kültürel mekânlarını salon şeklinde planladık.

Yirminci yüzyılda inşa ettiğimiz çağdaş kentin sosyalleşmeye yönelik bütün alanlarını ve kültürel mekânlarını salon şeklinde planladık.
Spor salonu, düğün salonu, sinema salonu, tiyatro salonu, konser salonu gibi kapalı mekânlar pek çok kültür ve sanat etkinliğinin adresi oldu.
Bu salonların tamamı yeni mimari anlayışlara göre yapılmış, düzenlenmiş yerlerdi. Profesyoneller, icracılar veya görevliler dışında kalanlar daha çok dinleyici veya seyirci olarak mümkün olduğunca sessiz olmak kaydıyla kendilerine yer bulabiliyordu.
Oysa kökeni binlerce yıl gerilere giden pek çok kültür ve sanat etkinliği, gelenekte geniş mekânlarda, sokaklarda, dağlarda, yaylalarda, tarlalarda, çayırlarda, çimenlerde, mesire yerlerinde veya korularda yapılıyordu.
Sanayileşme sürecinde köyleri boşaltarak şehirlere getirirken kentleşme sorununu sadece "gecekondu" ve "apartman" düzleminde gördük.
Farklı yörelerden, yerlerden, farklı kültür ve değerlerden gelenlerin kentte bütünleşmesini tek başına bu salonlar sağlayamadı, bütünleşme için yetmedi.
Yeni kenti kurgularken hiç bir açık alanı, meydanı, mekânı, yeni kent kimliğinin yeni festival alanı olarak oluşturamadık veya geliştiremedik. Hiçbir yeni kent festivali yaratamadık ve halkı bu festival etrafında buluşma, görüşme, paylaşma atmosferine sokamadık, buna bağlı olarak da "çağdaş hemşehrilik" kimliği oluşturamadık.
Bu yetmezmiş gibi köyde veya eski kentte yaşayan kültürün sürdürülmesine yönelik talepleri de ayıplayarak susturduk.
Şimdi kendi elimizle inşa ettiğimiz yeni kentte, bizi bir araya getirecek bir festival, panayır, şölen, şenlik gibi hepimizin bildiği, heyecan duyduğu ve katıldığı açık alanda buluşma vesilesi veya mekânı bulamıyoruz.
Eski kentlerin ve köylerin Seyirlik Tepesi, Piknik  Çayırı, Mesire Yeri veya Meydan gibi mekânları vardı. Yeni kentlerde bu tarz yerler planlanmadığı gibi büyüyen ve sanayileşen eski kentlerin bütün bu tür mekânlarını da yok ettik.
Okuldan ve kitaptan çıkardığımız, ayıplayıp  yeni kentsel sanatın esin kaynakları arasına almadığımız  ve son icracılarını ve hafızalarını da ölüme mahkum ettiğimiz pek çok geleneksel kutlama unutuldu.
Şimdi kırk elli katlı evlerin sokaklarında, caddelerinde yalnızız. Açık alanlarda, meydanlarda bir araya gelemiyor, ortak bir değer etrafında şenlenemiyoruz.
Dünyanın başka yerlerinde bütün bir kenti kucaklayan festivallere  imreniyoruz, hatta oralara gidip açık alanları paylaşan bir grubun mensubu olmanın hazzını yaşıyor veya hayalini kuruyoruz.
Yüzlerce benzeri arasında bir sembol olduğu için söylüyorum: Bir çok kentimizin Seyirlik Tepesini, sanayileşme sürecinde gecekondu işgaline terk etmişiz ve sanayileşen bütün şehirlerde benzerlerini yapmışız.
 Sözün kısası, toplanamadığımız yerlerde dağılmışız.