Üzerinde sık sık tartışılan ve kesin bir tanımı herkes tarafın dan kolaylıkla kabul edilmeyen başka bir kavram da medeniyet kavramıdır.


 
Üzerinde sık sık tartışılan ve kesin bir tanımı herkes tarafın dan kolaylıkla kabul edilmeyen başka bir kavram da medeniyet kavramıdır. Günümüze kadar gelen değişik tanımlar arasında, medeniyeti kültür kavramıyla birlikte ele alanlar olduğu gibi, onu sadece bir yüksek kültür biçimi olarak niteleyenler de bulun maktadır.
Günümüzde bu kavram birden çok ve farklı kültürleri de içine alacak biçimde anlaşılmaktadır. Sözgelimi, Batı medeniyeti veya İslam medeniyeti dendiği zaman, toplumların gelişmiş du rumları birbirinden farklı dönemleri akla getirmektedir. Batıdaki sosyal gelişme birdenbire olmamış, dönemler içindeki gelişme bir sonraki döneme aktarılmıştır. Günümüze gelen görüntüler veya uygulamalar artık son dönemdir, son safhadır. İslftm’ın ortaya çıkışındaki ilk durum, giderek gelişen kültür birikimi sayesinde toplumsal yapıyı sürekli olarak geliştirmiş, buna bağlı medeniyet verilen ve eserleri kendi çağlarının en üstün varlıkları arasında  nitelendirilmiştir.
Kültür, her toplumun kendi yaşadığı çevreyle ele alındığında, kendine özgü, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan bir kav ram olup, bütün fikri ve manevi etkinliklerden oluşurken; mede niyet bu fikirlerden yararlanarak ortaya çıkarılan ve teknik geliş menin eserlerinden meydana gelmektedir. Teknik gelişmeyi sağ layan ögeler arasında en önemli rolü ise bilim oynamaktadır. Akla, mantığa ve kendisinden önceki gelişmelere dayanarak mey dana getirilen, doğanın bir biçimde denetlenmesine yaşayan araç-gereçler uygarlık (=medeniyet) içinde değerlendirilirler.
Bu konularda söz sahibi olan araştırmacılardan A.Weber, kültür ve medeniyeti, tarihi meydana getiren ve birbirinden farklı iç yapı özelliklerine sahip iki ayrı kavram olarak ele almaktadır. Başka bir araştırmacı, in doğayı denetlerken ortaya koyduğu teknik ve bilimsel araçları, temel teknolojiyi ve insanlar arasındaki iletişimin, ilişkilerin denetlenmesi için toplumsal teknolojiyi medeniyetin yarattığı görüşünü ileri sürüp, ortaya çıkan bütün maddi kültür ürünlerini medeniyetin araç-gereci olarak kabul eder. İnsanlığın sahip olduğu ve bunlardan geriye kalan mitoloji, din, inanç, edebiyat, hukuk, felsefe ile bunlara ait uygulanmalar da kültür kavramlarıyla damgalanır.
Türk düşünce hayatı içinde önemli bir yeri olan Ziya Gökalp her iki kavram hakkında çeşitli yazılar yazıp, eserler vermiştir. Onun yaşadığı dönemde bir yandan Batı kültürünün çeşitli ögeleri ve bunların uygulamaları Osmanlı toplumunu etki altına alırken, diğer yandan Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan ve hemen her milleti etkileyen milliyetçilik hareketleri de giderek güçlenmekte ve yoğunlaşmaktadır. Ziya Gökalp Batıdaki modern düşünceyi, bu düşüncenin eserlerini Türk kültürünün özelliklerini bozmadan, birlikte ele almak ister. Türk kültürünün özellikleri korunmalı, ama Batı dünyası içindeki gelişme izlenerek bu gelişmiş dünyaya ayak uydurulmalıdır. Yüzlerce yıldan beri önemli bir birikimle elde edilen ahlftk, töre, hukuk ve din gibi ana kültür varlıkları milli kimliğin oluşmasını sağlarlar. Bunların Batıdaki uygulamaları veya başka özelliklere sahip ögeleri Türk kültürü içinde yer almamaktadırlar. Ancak uluslararası bir kimlik taşıyan teknolojik gel işmen in ürünleri, araç-gereçler Türk kültürüne zarar vermeden, alınıp kullanılabilmelidir.
Kültür için öncelikli olarak düşünülen şey zihnin, bu zihnin ortaya koyduğu düşüncelerin ve yargıların, duyguların nite liğidir. Buna göre bilgi, okuyup anlama, kavrama, ders alma, öğretme, öğrenme, okul ve çevre eğitimi, hürriyet, ahlak, biyo lojik ve sosyal miras, hukuk ve daha nice kavram yüksek kültürü oluşturan kavramlar olup, bunların geliştirilmesi, insanlara yararlı bir duruma getirilmesi, ancak aklın nite likleriyle verimli kılınmasına bağlıdır. Bu verimli kılınma sayesinde bilim ve teknoloji geliştirilmiş, bu gelişmeye paralel olarak da araç-gereç zenginliğiyle karşılaşılmıştır.Bu değişik, gelişmiş araç-gerecin kullanılmasının bir zararı yoktur ama, bu teknoloji kendi kültür dünyasıyla bir likte alınırsa, o zaman kişinin veya milletin kültürü önemli bir sarsıntıya uğrayabilir. Hatta etki alanı şiddetli veya geniş ise, kullanan insanın kültürü birçok şey kaybedip epeyi zayıflayabilir ve belki de tamamen ortadan kalkabilir. Bunu milletin geleceği için önlemek gerekir, sadece teknolojiyi yalın ve çıplak bir halde almak yeterli olabilir. Böylece kültürün özgün durumu korunacak, kuşaktan kuşağa ak tarılarak sürdürülebilecektir. Medeniyet araçları herhangi bir dış kültür etkisinde kalmaksızın kullanılabilmeli, başkalarından öylesine alınan araç-gereç kendi toplumunun kültür yapısı içinde yerini almalıdır.Medeniyetin, insanlığın en eski dönemlerinden başlayarak göreceli bir gelişme için de olduğunu ileri süren araştırmacılar, ilk dönem leri avcılık ve toplayıcılık ile ilkel tarım ve hayvan cılık çağları olarak ayı rırlar. Yazının veya yazı yerine geçen, geçtiği bili nen birtakım işaretlerin bulunup kullanılmasından sonraki dönem ise asıl medeniyetin başladığı çağ olarak kabul edilir.
Ancak kültür olgularının ve ürünlerinin belirli bazı coğraf yalarda daha köklü, belirgin ve verimli bir biçimde ortaya çık tığını düşünen bilim adamlarının, kültürü ve buna bağlı olarak da medeniyeti çerçevelediklerini, sınırlarını çizdiklerini ve bir coğrafi alan olarak, “kültür alanı” kavramını ileri sürdüklerini görüyoruz. Afrika’daki topluluklar, Okyanus adalarında yaşayanlar, orta ve güney Amerika yerlilerinin kültür ve me deniyetleri bu tür kültür ve medeniyet alanları olarak ayrıca araştırılıp incelenmeye değer bulunmuştur. Aynı şekilde eski Mısır, Mezopotamya ile Anadolu toprakları binlerce yıllık bir kültürle yoğrulmuş, medeniyetin çeşitli ürünlerini üretmiş ve kullanarak geliştirmiştir.
Sözgelimi, toprağın veriminin arttırılabilmesi için gerekli olan iş, onun zaman zaman alt-üst edilmesi ve atılan tohumların yüzeyde kalmayıp daha derinlerde çimlenmesinin sağlanma sıdır. Bunu sağlayacak olan, yani böyle bir kültürel düşünceyi uygulamaya koyduğunda, insanın bir araca ihtiyacı vardır. En basitinden bir ağaç dalı ile bu işe soyunan insan, giderek bu ağacı geliştirmiş, önce ona bir çatal eklemiş, sonra toprağı kolaylıkla yarması için çatalın bir ucunu sivriltmiş, daha - sonra alt-üst etmeyi kolaylaştırmak için daha geniş ve enli bir parçanın gerekli olduğunu görmüş... ve nihayet “saban” adını verdiği ara cı geliştire geliştire günümüzde kullanılan en son aşamaya getir miştir. Tek tek bir şey ifade etmeyen parçalar veya malzemeler belli bir mantık çerçevesinde ve ihtiyaca göre bir araya geti rilince, o araç asıl anlamına kavuşmakta ve bir kültür ögesi olarak medeniyet aracı olarak, insanlık tarihinde yerini almaktadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kültür alanları için, insanların değişik yerlerde hemen hemen aynı davranışları göstermesini göz önüne alan bazı bilim adamlan, kültürün belirlenmiş olan sınırları içinde kalmadığını, çeşitli etkilerle bu sınırların dışında da görüldüğünü veya değişik ögelerinin uygulanıp kullanıldı ğını, bir kültür alanı kavramından çok insanlann belirli “kültür kalıpları” içinde yer almalarının daha doğru ve bilimsel olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Böylece bütün bu kültür kalıplarından oluşan davranışlar topluluğu, ortaya yeni bir kültürel sistem getirmektedir. Davranışların belirli kalıplar içinde durmuş-oturmuş olması, zamanla değişmezlik özelliğini kazanmış olmaları, bu kültür sisteminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Sözgelimi, bir eğitim-öğretim kurumu olan okul örneğine baktığımızda, burada belirlenmiş kuralların, programların, öğrencilerin, öğretmenlerin ve yöneticilerin bulunduğunu, bütün bu parçaların tek tek fazla bir anlam taşımadığını, ancak bütün bu ögelerin bir arada ve belli kurallar içinde bulunması sayesinde, okul kavramının bir anlam bütünlüğü içinde yerli yerine oturtulduğunu görmekte yiz. Her bir parçanın ayrı bir davranış kalıbı içinde olması, çok az bir anlamlandırmada yer alırsa bile, bu öge ancak diğer parçalarla bir arada bulunduğunda asıl sistemi ortaya koymaktadır.
Kültür ve onun maddî ürünleri olarak nitelendirilen mede niyet, farklı aşamalarda da bazı özellikleriyle belirlenmek istenmiştir. En ilkel dönemlerden başlayarak günümüze kadar bu farklı aşamalarda bir yandan coğrafya, bir yandan kültür ögeleri ve bir yandan da kültürel sistemler göz önünde tutulmuştur. Her ana dönem içinde alt aşamalar bulunmakta ve insanlığın gelişmesi bu şekilde incelenmektedir. İlkel kültür, avcı-toplayıcı ve göçebe olma aşamalarıyla; coğrafya bakı mından yerleşik kültür, antik kültür ile köleci kültür alt aşa malarıyla; gelişmiş veya geliştirilmiş tarım kültürü, Asya kültürü ile feodal kültürle günümüzün baskın karakterli sanayi kültürü ise önce kapitalist, sonra sosyalist kültür aşamalarıyla belirlenmiştir.
Bütün bu yukarıda sözü edilen kültür dünyalarının hepsinde, medeniyet görüntüleri farklı farklıdır. Ancak ne kadar farklı olursa olsun, bir sonraki aşamada görülen ögeler veya olaylar. daima bir önceki aşamada olup bitenlerden yararlanmış, onlardaki özellikleri alıp geliştirmiş, belki yenilikler yaparak değişik anlamlar yüklemiş, daha kullanışlı ve yararlı hale getirmek istemiştir. En son aşamada, yani sanayi kültürü içerisinde bulunan ögelere bakıldığında, bunların temelinde en ilkel dönemlerde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamak için düşündükleri basit ama ana özellikleri görmek mümkündür. İnsanın ihtiyaçlarının ve temel isteklerinin pek de uzun boylu değişememesi, bunun temelinde yatan önemli bir kanıttır. De ğişme sadece teknolojik olarak gelişmeyi hızlandırmakta, ama insanoğlunun temel ihtiyaçları hemen hemen tamamen aynı kalmaktadır.Dolayısıyla medeniyet araçları-gereçlerinin belki çok daha hızlı bir biçimde değişmek zorunda kalmasına ve gerçekten de değişmesine rağmen, insanın asıl kültürü, ana ihtiyaçlarından doğduğu için kolay kolay değişmemektedir. Sözgelimi, ilkel insanın en basit ihtiyaçlarını giderebildiği için yaptığı hare ketler, jestler ve mimikler günümüzün sanayi toplumu insanı ta rafından da yapılmaktadır. Bazı yerlerde aynısı, bazı yerlerde ise biraz değiştirilerek yapılması, karşı taraftaki insana bir şeyler anlatıyorsa, bu hareketler, jestler ve mimikler başarıya ulaşmış demektir. Bunların belirli bir metin içinde uygulanması, ritm ve müzik eşliğinde ortaya konulması, bir yandan tiyatronun oluşmasını sağlamış; diğer yandan o belirti, hareketlerin oyun kavramı ile anılmasına yol açmıştır.Hareketlerin belirli bir amaca göre belirlenip uygulanması, o kültür çerçevesi içinde yaşayanların, yine belirlenmiş olan araç gereci kullanması bir yandan oyunu renklendirmiş, diğer yan dan tiyatro eserlerinin canlandırılmasına önemli katkılarda bu lunmuştur. Burada ayrıca şekillerin, çizimlerin, boyama ve süs lemelerin de birer kültür ögesi olarak değerlerinin inkftr edilemeyeceğini söylememiz gerekmektedir.