Halk oyunlarımıza eşlik eden çalgıları tanıtmaya devam ediyoruz.  Tanıtacağımız bir diğer çalgı grubuda Üflemeli çalgılarımızdır.

Halk oyunlarımıza eşlik eden çalgıları tanıtmaya devam ediyoruz.  Tanıtacağımız bir diğer çalgı grubuda Üflemeli çalgılarımızdır.
 3. Üflemeli Çalgılar;
a. Kaval: Halk müziği ve halk oyunlarımızda en çok kullanılan sazlardan birisi olan kaval insanoğlunun üflemeli ilk çalgılarındandır. Ülkemizde yüzyıllardır, çoban sazı ya da düdük olarak tanınan kavalın kökeni Orta Asya’dır. Göçlerle birlikte yayıldığı toplumlarda farklı isim ve biçimlerde çalına gelmiştir. “Yunanlılar kaval adını değiştirip kaulos yapmıştır.” “Kaval tek bir çalgı adı değildir. Çifte kaval, düdük sözcüğü basite indirgendiğinden değişik, küçüklü büyüklü birçok çalgıya bu isim verildiğinden farklı anlamlara gelebiliyor. Aslında yapı itibariyle bu çalgıların birbirine çok yakın hatta aynı aileden çalgılar olduğu açıktır.  İsimlerindeki farklılıklarından dolayı herhangi bir ayrım yapmadan bu çalgıların geçmişleri hakkında M.R. Gazimihal’in Türk Ötkü Çalgıları adlı kitabından Evliya Çelebi çağında ötkü çalgıları hakkında şu bilgileri ediniyoruz. “ Seyyahımız Osmanlı İmparatorluğunun XVII. yüzyıldaki sınırları enginliğince sazlardan 1.cildin sonunda söz açıyor; öbür ciltlerde gerektikçe fıkralar vermektedir. Birinci basılı cildin 624. sayfasındaki saz adları diziminde önce şu ötküleri sıralıyor: Kaba zurna, cura zurna, asafi zurna, arabi zurna, acemi zurna, şehri zurna, balaban, nefir, nafraki, kaval-ı çoban, kaba düdük, yelli düdük, mizmar düdüğü, pankıya düdüğü, tulum düdüğü, eyüp borusu, dervişan borusu, şişe borusu, tranpeta borusu, efrasiyab borusu.  ”  “ Anadolu’nun her yanında bulunan kaval, bulunduğu yöredeki koşullara uyum göstermiş, her yörede küçük değişikliklerle ayrı bir şekil kazanmıştır. Perde yapıları bazen bir eksilmiş bazen de bir fazlalaşmıştır. Kaval adıyla ilgili kelimelerde bazı değişimler olmuştur. (guvval- goval- guval gibi) Kavalı iki şekilde sınıflandırabiliriz: A- Dilli kaval ailesi, boy olarak 30–70 cm arasında değişkenlik gösterir. a) Diatonik dilli kavallar (dilli düdükler); dilli düdük ya da çobandüdüğü olarak bilinir. 30–40 cm boyundadır. Ön tarafta 7, bazen 6, arkası 1 ses deliği bulunur. Perde yapısı açısından dilli çoban kavalından yapısından farklıdır. Perde yapısı diatoniktir. Yani her perde arası (fa diyez-sol, si-do hariç) bir tam sestir. Bu yüzden arızalı sesleri elde etmek güçtür. Bunun için parmak marifeti gerekmektedir. Ses sahası iki oktav civarındadır. Üst tarafında dil kısmı bulunmaktadır. Bu kısım, kavalın baş tarafında içine yerleştirilen bir küçük takoz parçası ve dilin yapısına göre ön ya da arka tarafında bulunan hava deliğinden ibarettir. Bu dil yapısı iki şekilde olabilir: Birincisi; üst tarafı kesik, düz şekilde olanıdır. İkincisi ise, 40–45 derece açı ile çapraz şekilde kesilerek yapılmış dil. Birinci tarifteki dilli kavallar, daha çok Karadeniz bölgesinin çeşitli kesimlerinde görülür. Diğer tarifte gördüğümüz kavallar ise, Doğu Anadolu, Orta Anadolu ve Orta Anadolu’da yaygındır. Bunların her iki türünün perde yapıları aynıdır. b) Kromatik dilli kavallar ( dilli çoban kavalları ); Dilli çoban kavalının boyu 60–70 cm, iç çapı 15–18 mm, dış çapı ise 20–30 mm civarındadır. Dilli çoban kavalının dil yapısının birinci taraftaki gibi olduğunu görüyoruz. Bu kavallar genellikle Tokat yöresinde görülür. Bir de geçmeli üç parçadan oluşan şekli Bolu-Kıbrısçık yöresinde icra edilmektedir. Perde yapıları kromatik olan bu kavalların ön tarafında 7, arka tarafında 1 ses deliği vardır. Genellikle 4 adettir. İkisi ön tarafta, diğer ikisi yan taraftadır. Bunlara cin, şeytan ya da sağır deliği denir. Bu delikler, kavalın akordunu ve perdelerin dengesini ayarlama görevi yaparlar. Dilli çoban kavalının ses sahası, aletin kalitesine göre 2,5–3 oktav kadardır. B- Dilsiz kaval ailesi; Boy olarak 30–70 cm arasında değişirler. a) Diatonik dilsiz kavallar (dilsiz kaval, çığırtma vs.) Boyları 30–40 cm kadardır. Elazığ civarında çığırtma olarak bilinir. Kartal kanadı kemiğinden yapılır. Çığırtmanın, eskiden İstanbul’da da çalındığını Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtmiştir. b) Kromatik dilsiz kavallar (dilsiz çaban kavalları); En yaygın kaval çeşididir. Yurdumuzun çoğu yöresinde bilinir ve çalınır. Dil kısmı hariç, yapısı dilli çoban kavalıyla aşağı yukarı aynıdır. Yalnız dilli çaban kavalına göre kalınlığı biraz daha az ve incedir. Bugün bizim kullandığımız dilsiz kavalların ağız kısmına, ses kalitesini arttırmak için, manda boynuzundan yapılan bir baş pare takılmaktadır. Bu kavallar bugün profesyonel icra alanında kullanıldığı için, diğer sazlarla uyumu bakımından, değişik akort ve boylarda yapılmaktadır. Kaval yapmak için en makbul ağaç eriktir. Buna alternatif olarak, kayısı, zeytin, armut da düşünülebilir. Kaval yapılacak ağacın, düzgün, dalsız ve budaksız olması gerekir. Kaval yapıldıktan sonra yılmaması için, yapılacağı ağacın daha önce kurutulması doğru olur. Bunun için belli kalınlıklarda doğranıp kalın çıtalar haline getirildikten sonra altı ve üstü tutkallanır ve dik bir şekilde, güneş görmeyen bir yere kurumaya bırakılır. Kuruyan ağaç, uygun kalınlıkta matkap ucuyla delinir. Daha sonra, dış tarafı tornada çekilerek kaval hâline getirilir. Bundan sonra yapılacak iş, deliklerin delinmesidir. Daha önceden belirlenmiş ölçülere göre bunlar da delinir. İsteğe göre, dış yüzeyi cilalanır, ya da ham bırakılır. Bugün, köylerde, yeterli imkânlardan yoksun köylüler, kaval üretimini el âletleriyle ve tamamen el becerisiyle sürdürmektedirler. Kimi yerde yakarak, kimi yerde el burgusuyla yapılan bu kavallar el emeği göz nurudurlar. Kavallardan iyi bir ses elde edebilmek için, iç yüzeylerinin düzgün ve pürüzsüz olması gereklidir. Ayrıca ağızlık kısmına, boynuzdan bir baş pare takılır. Fakat bu, daha çok profesyonel alanlarda yapılır. Halk arasında, dilsiz kavala başlık  (baş pare) takılması söz konusu değildir. Kaval kullanılır hale getirildikten sonra, ses kalitesinin artması için bakım yapılması gerekir. Bu bakım, içinin uygun bir fırçayla (harbi) temizlenmesi ve daha sonra yağlanmasıdır. Yağlanma iki şekilde yapılır. Birisi susam, badem ya da ayçiçeği yağına tamamen yatırılarak uzun süre bırakmak suretiyle yapılan yağlamadır. Zira kaval uzun süre yağda beklediği için, gözenekleri yağı emer ve şişer. Dolayısıyla, ağaç sertleşir ve iç yüzeyi kaygan ve nemli bir hâl alır. Bu kavalın sesindeki pürüzleri büyük ölçüde yok eder ve sesi açar. İkinci yağlama türü ise, tam çalmadan önceki anda kavalın içine bir miktar yağ dökülmesidir.”
b. Zurna: “Türkülere özgü çeşidiyle davul eşliğinde çalınan geleneksel üflemeli halk çalgımızdır. Zurna, eski uygarlıklarda da kullanılmış ancak Türklerin kullandığı zurnanın ayırt edici özellikleri vardır.  Kelimenin kökeninin surnay ve daha sonra surna olduğu düşünülmektedir. Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan, Gürcistan ve Rusya’da yaklaşık aynı adla söylenir.  Türk toplumsal yaşamında ve sporda askerlik başta olmak üzere törenlerde, eğlencelerde, halkoyunlarında ve sporda davulla birlikte kullanılmıştır. Halk müziğinde de en önemli çalgıdır. Zurna, başlıca iki parçadan oluşur; gövde (kalak) ve sipsi. Gövde de iki parçadan meydana gelmektedir; gövde ve başlık.”  Gövde kısmı erik ağacından yapılır. Tepeden ortaya kadar belirli bir düzlükte gelir ve bu kısımda yedisi üstte, birisi altta olmak üzere sekiz ses perdesi bulunur. Bu perde deliklerinden başka aşağıda kalak üzerinde daha küçük çaplarda şeytan perdesi denen perdeler vardır. Başlık, genellikle şimşir ya da sert bir ağaçtan yapılır. Hem sipsiyi taşımaya yarar hem de sesin kalağa ulaşımındaki hızı düzenler. Sipsi, sesi çıkaran kısımdır. Ortalama 5–6 cm. uzunluğunda madenî bir boru, onun ucunda özel olarak yapılmış kamıştan oluşur. Sipsiye Erzurum’da lüle, Kastamonu’da cukcuk ya da dil adı verilir. Sipsiye takılan ve ağızlık denen yuvarlak parçanın, çalarken dudağa dayanmasından başka bir görevi yoktur.  İki oktava yakın geniş bir ses sahasına sahip olan zurna, yurdumuzun her yöresinde, ayrılmaz arkadaşı olan davulla birlikte bir acılı hava çalgısı olarak yaygındır. Özel bir soluk alma tekniği ile çalınan, halk oyunlarımızın nefesi sayılan zurna, üç gruba ayrılır. 1- Kaba Zurna: En büyük boy olup, kaba ve kalın bir ses verir. Trakya ve Ege bölgelerimizde yaygındır. 2-  Orta Zurna: Yurdumuzun her yöresinde ve halk oyunlarımızda en fazla kullanılan türüdür. 3- Cura (zil) Zurna: En küçük boy zurnadır. Tiz bir ses verir. Karadeniz bölgemizde yaygındır. Özellikle Ege ve Trakya’da iki ya da üç zurna bir arada çalar. Bunlardan biri ezgiyi çalarken diğeri dem tutar veya ikisi dem tutar, biri çalar, tam tersi de olabilir.
 c.  Mey: “Nefesli halk çalgılarımızın yaygın olanlarındandır. Geçmişi Orta Asya Türk kavimlerine kadar dayanır. Yurdumuzda ilk tanımı 1929 yılında M.R. Gazimihal tarafından (T.D.K. sözlüklerinde) yapılmıştır. Meyin değişik biçimine Azerbaycan ve Türkistan’da balaban denir.”  Mey, gövde ve kamış olarak adlandırılan iki kısımdan oluşur. Gövde kısmının yapımında erik ağacı tercih ediliyorsa da ceviz, gürgen, şimşir, dut ağaçlarından yapılmış olanları da vardır. Dilsiz kavala benzeyen gövdede yedisi üstte birisi altta olmak üzere sekiz ses perdesi bulunur. Çalgının üst tarafına, ses çıkarmak için özel yöntemlerle yassılaştırılmış bir kamış eklenir. Kamış üzerine takılan kıskacın aşağı veya yukarı itilmesiyle yaklaşık bir perdelik ses değişimi yapılabilmekte ve bu özelliği ile de diğer çalgı gruplarına uyum sağlayabilmektedir. Bir oktav civarında ses genişliği olan meyin üç çeşidi vardır. Bunlar: 1-Ana mey; boyu 40 cm., 2-  Orta mey; boyu 35 cm. 3-  Cura mey; boyu 30 cm. Sesi zayıf olduğu için daha ziyade kapalı yerlerde, oda toplantılarında, düğün eğlencelerinde, halkoyunları çalgı topluluklarında kullanılan bir çalgıdır. Anadolu’nun doğusunda Erzurum, Kars, Iğdır, Hakkari, Ardahan, Artvin, Bayburt, Gümüşhane, Van, Ağrı illerimizde yaygındır.
 d. Sipsi: “Geçmişi Hazar Denizi ötesi Türkmenlere uzanır. Eski Türkler bu çalgıyı sipuzğa, sıvızğa, sepezğu gibi birçok adlarla yapıp çalmışlardır. Sipsi bazı dil ve kaynaklarda da geçer. Örneğin Çinliler şeuk, Türkistanlılar şin, Arapçada mustaksini, Farsçada bişe-unuşte karşılığı ile söylenir. Sipsi, tüm üflemecilerin ilk kaynak çalgısı sayılır.” “Halk çalgılarımızın üfleme ile çalınan en küçük boylu çalgılarından olan sipsi, göl kenarlarında, sazlıklarda ve sulak arazilerde yetişen, kamış veya kargı dediğimiz malzemeden yapılır. Az olmakla birlikte, kartal kanadı kemiğinden ve çam dallarının filizlerinden çıkarılan borularından yapıldığı da görülür. İki parçalıdır. Birinci kısım ağızlıktır, aynı zamanda sipsinin ses veren bölümüdür. Ağızlık denen birinci kısım, sipsinin gövdesinin içine girebilen, çapı daha dar ve ince kamıştan yapılır. Uzunluğu 3 ya da 4 cm.dir. İkinci kısım, üzeri deliklerin açıldığı gövde kısmıdır. Çalgının boyu yaklaşık olarak 20 cm.dir. ses deliklerinin (perde) sayısı 5-6-7, bazen de 8 tanedir. Sipsinin boyu, biçimi, perde sayısı her çalan ve yapan ustaya göre değişmektedir. Sipsinin kendine özgü bir akortlama sistemi vardır. Ağızlığın gövdeye geçen kısmındaki açılmış olan kapağın üzerine iplik dolanır. Böylece aşağı yukarı oynatmak suretiyle istenilen akort elde edilmiş olur. Yine ağızlığın üzerine açılan kanalın içine saç kılı geçirilerek, ayarlanmış akordun değişmemesi sağlanır. Ağızlığın baş kısmı dil ile veya herhangi bir madde ile kapatılarak kuvvetli bir nefesle çalınır. Gür bir sesi vardır.” Yörelere göre kaval, düdük, çobandüdüğü gibi adlar verilen sipsi Orta Toroslardan başlayarak Ege bölgesini de içine alan bir alana yayılmıştır. Boğaz, gurbet, teke, zeybek havalarının ve halkoyunları ezgilerinin kabak kemane ve bağlama ile birlikte değişmez bir çalgısıdır.
 e. Tulum: Yurdumuzun Doğu Karadeniz bölgesinde yaygın olan, Orta Asya kökenli, nefesli bir çalgıdır. “Tulum, tolmak ya da dolmak tan türetilen öz Türkçe bir çalgı sözcüğü olup başka dillerde de kullanılmıştır. Rumlar dulimos, Macarlar gadio, Islavlar gajol, Romenler gidil veya gidele, Arnavutlar gudilis ve ayrıca Bulgarlar da gıdıklamak anlamına gelen gıdeliçka karşılığında söylemektedirler. Bunların dışında kimi kaynaklarda koltuk sipsisi olarak adı geçen tulum, Karadeniz’in Lazca konuşan kesiminde guda olarak da söylenir.” Tulum, ağızlık (goda-lülük), gövde (tulum) ve  nav olmak üzere üç bölümden oluşur. Oğlak veya kuzu derisinden yapılır.  Tüyleri temizlenmiş olan derinin sağ ön ayak ile sol arka ayağının dışındaki delikler hava kaçırmayacak şekilde sıkıca bağlanır. Ön sağ ayağa, gövde bölümünü şişirmek için ağızlık denilen tahta bir boru takılır. Bu borunun içte kalan kısmındaki deliğe, gövdeye doldurulan havanın kaçmaması için raptiye ile naylon bir kapak tutturulur. Boşta kalan sağ arka ayağa ise nav denilen bölüm takılır. Bu bölüm birbirine paralel beş deliği bulunan çifte bir düdüktür. Bu durumda düdüklerden birisi dem tutarken diğeriyle ezgi çalınır.  Tulumun gövdesi ağızlıktan üflenerek şişirilir. Gövde hava ile dolunca nav bölümündeki düdüklerden ses çıkmaya başlar. Düdüğün ses deliklerinin parmaklarla açılıp kapatılmasıyla istenilen ezgi çalınır. Gövde bölümünde yeterli hava bulunmazsa tulumdan yeterli ses elde edilmez. Onun için gövdeye aralıklarla hava üflemek gerekir. “Tuluma halk arasında verilen ad değişir. Gayda, göyde, kayda gibi. Tulum eşliğinde oynanan oyunlara da yine gayda, kayda ya da kaydalama adı verilir. Bazı yörelerimizde tulumun adı tulum zurnadır. Anadolu’nun kuzeydoğu ve doğu bölgelerinde Erzurum, Trabzon, Yusufeli, Artvin, Kars, Ağrı dolaylarında tulum ya da gayda adlarının kullanıldığını, havalarının çalındığını, oynandığını görüyoruz. Yine Trakya, Bergama, Balıkesir yöresinde tulum düdük adı altında görülmekte ve oyunları oynanmaktadır. Tulum tek başına çalınır. Ritim sazı oyunlarda eşlik etmez.”
 f.  Çığırtma: Elazığ ve çevresi başta olmak üzere birçok yöremizde mevcuttur. Kartal kanadı kemiğinden yapılan bu çalgı, yarım ay şeklinde eğik ve yedi-sekiz deliklidir. “Ağaçtan yapılanları azınlıktadır. Boyu 20 ile 30 cm arasında değişmektedir. Çalınışı kolaydır, zurna gibi çalınır, oynak bir sesi vardır. Bu bakımdan kavala tercih edilir. Oyun havalarında ve o bölgenin Ürefa (Arifler, yetişmiş kişiler) meclislerinde yapılan halay fasıllarında çok kullanılır. Halay, türkü ve oyun melodilerinin tek oturumda sıra besteleri çalmaya fasıl denir. Giriş sözsüz beste ile başlar. Sonra aynı makamdan halaylar birbiri ardına eklemek suretiyle halay faslı devam eder. En sonunda gene sözsüz bir melodi ile fasıl sona erer.”