Bilge Karasu, benim çok geç tanıştığım bir yazar. 1995 yılında henüz daha 65 yaşındayken aramızdan ayrılmış bu kalemi güçlü yazar.
Bilge Karasu, benim çok geç tanıştığım bir yazar. 1995 yılında henüz daha 65 yaşındayken aramızdan ayrılmış bu kalemi güçlü yazar. İsmini daha önceden belki de binlerce kez duydum ama bir türlü fırsat olmamıştı ‘Bu kim’ diye dönüp bakmaya.
O bana geç kalmış ben ona…
Ama işte bu Koronavirüs günlerinde, hepimiz o kadar döndük ki kendimize, iç sesimiz neler istiyor diye kazıp çıkardık. O kadar fazla düşünecek zamanımız oldu anlayacağınız. Haksız olduğumu hiç düşünmüyorum. Netice de evlerde kalabalık bile olsa, bu dönemde hepimiz aslında tek başınaydık.
İşte geçtiğimiz haftanın yeni olayı benim bu tek başına olduğum anların birinde Bilge Karasu ile tanışmam…
Aklıma geliverdi birden ismi, ya hu dedim bu yazar gerçekten de kimdi?
İnternet artık avuçlarımız arasında hemen açtım okudum hakkında yazanları. Türkçe edebiyatın en özgün kalemlerinden biri olan anılıyor kendisi. Bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını işleyen bir yazarmış. Sevgi, dostluk, yalnızlık, tutku gibi kavramları imgeyi ustaca kullandığı bir dille aktarıyor okuyucularına.
Ben de denemesi ‘Ne Kitapsız Ne Kedisiz’ isimli kitabını sipariş ettim hemen. Deneme olarak okursam, daha sıkı bir bağ kurabilirim. Sonra da romanlarına, öykülerine geçerim.
"Ona bakıyorum. Susuyor. Önüne bakıyor. Çocukluğundan beri bu oyunu oynar: Gözetlenme oyununu.Önceleri belki bir suçlulluk duygusuydu bu: Kendisine dikilen göz Tanrının, anasının, büyüklerden birinin, sevmediği birinin gözü olur, kınardı o anda yaptığını. Adı konmadan yaşanırdı bu suçluluk. Şimdi ise gerçekten bir oyun: kimi dakikayı, 'bakan, gören varmış gibi yaşamak'... Karasu kendi kendinden birşeyler anlatır, gözetlenme oyunu da o sıra oynanır. Bakan göz o anlatılanı dinlemektedir. Nasıl gözse!... İşte bundan ötürü bakıyorum ona, baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor."
Herkese iyi haftalar…