Son birkaç gündür hatta aylardır diye eklersem yanlış olmaz, dolabıma takmış durumdayım.
Son birkaç gündür hatta aylardır diye eklersem yanlış olmaz, dolabıma takmış durumdayım. Bir yandan kıyafetler gözüme fazla gelirken diğer yandan daha fazlasına ihtiyacım olduğunu düşünebiliyorum. Bu konuyla ilgili araştırmalara başlamıştım. Bu serüven hala devam ediyor. Birkaç akım var keşfettiğim, sizlere de onlardan bahsetmek istiyorum. Belki benzer sorunu yaşayanlar vardır. Tabii herkes için farklı psikolojik etmenler bu duruma yol açabiliyor. Kimi zaman ‘alışverişkoliklik’ diye tanımlayabileceğimiz maddiyata zarar veren şartlar oluşabiliyor. Bunun sebebi genel olarak ‘kısa süreli tatmin’ oluşturma çabasından kaynaklanıyor. Bu tarz durumlarda önce kendi içimizdeki olumsuz duyguları irdelemeliyiz. Örneğin, karnınız açken veya bir tartışmanın ardından alışverişe çıkmamanız öneriliyor. Tatmin edilme hissini körükleyen faktörler bunlar. İçimizde her şeye sahip olmak isteyen küçük bir çocuk olduğunu unutmayın. Bu tarz bir durum yaşıyorsanız ve çözüm üretemediyseniz bir profesyonelden yardım almanızı öneririm zira işin içinde psikoterapi gerektiren duygusal dalgalanmalar olabilir. Ancak, belki de yalnızca modaya ilgilisinizdir fakat hayat şartlarınız buna elvermiyordur. Benim öneriler derlediğim kısım da bu küme için geçerli. ‘Minimalizm’ akımı bir süredir çok popüler, illaki denk gelmişsinizdir. Fikir, eşyaların sadece amaçlara yönelik kullanılması, bir amaç haline gelmemesi. Bu yüzden her iş işin gerekli kadar eşya tutulması fikrine dayanıyor. Tüm hayatınızda kullanabileceğiniz bu akımdan ben yalnızda dolaplara yönelik halini alıyorum. Birbiriyle uyumlu, üzerinize tam olan ve kalitesi senelerce kullanmaya uygun parçalar ile dolap işini uzun süre rafa kaldırabileceğiniz bir akım bu. Bunun için 'Marie Kondo’ isimli ünlü minimalist bunun için bir yöntem hazırlamış, şu şekilde anlatayım: tüm dolabınızı aşağıya indiriyorsunuz. Sahip olduklarınıza tek tek dokunup onlara karşı olan hislerinizde dürüst olmanız isteniyor. Uzun zamandır elinizin bile gitmediği eşyaları; kötü hissettiklerinizi bir kutuya kaldırıp gözden uzak tutuyorsunuz. Geriye kalanları özellikle giymekten keyif aldıklarınızı ise kategorilere ayırıp küçük katlar ile yerleştiriyorsunuz. Bu işlemi düzenli aralıklarla yapabilirsiniz. Kendinizi çok fazla zorlamanıza gerek yok, elbette vazgeçemeyeceğiniz şeyler olacaktır. Bir müddet sonra gözden uzakta tuttuğunuz eşyalara ihtiyaç duymamaya devam ediyorsanız; ihtiyacı olan birine verebilirsiniz yahut ikinci el sitelerinde satabilirsiniz demektir. Diğer bir yöntem ise ‘kapsül gardrop’ adı verilen mantıktan yola çıkıyor. Burada yatırım yapılan kaliteli bir dolaptan ve zamansız parçalardan bahsediliyor. Örneğin, camel; ekru; siyah veya laci gibi renkler zamansız ve sıkılması zor renklerdir. Ancak neon ya da çiçekli bir parçayı severek alsanız bile maksimum iki sezon sonra giymek istemeyeceksiniz. Bu, sanırım göz sıkılması adını verdiğim durumla alakalı, bilemiyorum. Bu tarz desenlere/renklere para harcamak istiyorsanız bir takım elbise almak yerine fular ile kendinizi yatıştırabilirsiniz. Bana güvenin, hepimiz yaşadık. Peki kapsül gardrops nasıl oluşturulur? Ben bu kavramı ‘project 333’ ile eşleştirdim. Çünkü insanın kumaşı/rengi/kesimi kendi stiliyle eşleştirmesi seneler alabilen bir durum. Pek çok para dökmek, fikir almak gerekebilir. Bu proje fikrinde 3 ay boyunca 33 parça ile günlerinizi geçirmeniz gerekiyor. Çanta, ayakkabı gibi vazgeçemediğiniz tutkularınızı dışarıda tutabilirsiniz. İç çamaşırları da 33 parçamızın içine dahil değil. Birbiriyle uyumlu giyilebilen 33 parçanızı ayırıyorsunuz; 3ay boyunca giyerken aksesuarlar kullanarak farklı kombinler oluşturabilirsiniz. Belki size uygun değildir ancak en azından neyi giyerken rahat ettiğinizi veya çeşitlilik yaratmayı en kötü kendinizi daha iyi ifade etmeyi öğrenirsiniz. Unutmayalım ki, iletişim türlerinden biri dış görüntümüzdür. Üstelik bize miras olan bedenimizi süslemek bir görev icap eder.