Benden önce de pek çok kişi yazdı, ben de yazayım istedim.
Benden önce de pek çok kişi yazdı, ben de yazayım istedim.İnsan, neden geri dursundu ki?
Kısacık ömrümüz var malum.
Pek çoğumuz bu kısacık ömrünü doğduğu coğrafyadan, minnet duyduğu ailesinin yanından uzaklaşmadan geçiriyor.
Yuvasından ayrılması gerektiğinde ise, çözümü ömrünü üzerine kurduğu mahallesini ve çekirdek ailesini tekrar yaratmakta buluyor.
Neden üzülelim ki, tek gerçeği buysa onların?
Hem neden üzülelim ki, biz çok mu farklıyız?
Şikâyet ettiğimiz olguları kendimiz yaratmıyor muyuz?
Neyse, işin psikoloji boyutu beni aşıyor. Açık öğretimden de okumadım ya!
Tüm bu söylediklerimi bir yerlere bağlamalıyım farkındayım.
Aslında demek istediğim, zaten herkes kendi parmaklıklarını örüyor, kendi hapishanesinde, bildiği gerçekliğini yaşıyor.
Özgürlüğümüzün sınırı, hapishanemizin de sınırı aynı zamanda.
Mağara alegorisi gibi bir durum var ortada.
İnsan, gördüğünden fazlasını hayal edemiyor.
Ha unutmadan, tüm bu sınırlar içerisinde bize sunulan imkânlar kadar rahat yaşayabiliyoruz.
Örnek mi? Alın size örnek,
Amerika’da 13 yaşında bir çocuk yalnızca 3 ay boyunca komşunun çimlerini biçerek i9 işlemcili sağlam bir bilgisayar, ekstradan ekran kartı, gaming aksesuarları vb. ürünler almış.
Sıkı durun,
24 yaşındayım, lise sondan beri çalışıyorum. Telefon almak için kredi çektim.
Evet, şaşırdınız mı? Konuyu nerelere getirdim.
Ve ben, ülkemdeki kredi çekme lüksüne sahip olabilen nadir insanlardanım.
Pek çok baba, okula giden çocuğuna pantolon alamadığı için intihar ediyor.
Evet, benim coğrafyamın gerçekliği bu.
Dikkat ettiyseniz, doğruluğu demiyorum.
Toplumun yüksek tabakasıyla, alt tabakasının arasındaki bu uçurumu, henüz yoksulluk sınırını aşamayan ‘ben’ ve ‘benim gibiler’ konuşuyor.
Ekmek bulamayanlar ekmek arıyor; ekmek fabrikaları para basıyor.
‘Ben’ ise yeri geliyor ekmek alamıyorum, yeri geliyor ekmek fabrikasında müdür oluyorum.
Ah, hayat ne acayipsin.
Yazımı bir gün i9 işlemci alma umudum ile sonlandırıyorum.