“Ya arkadaş, miskin miskin oturma, kalk gidelim!
“Nereye?”
“İstavrit yemeye.”
“Evde yapsak ya!”
“Evi kokuturuz, zaten şey içi kadar ev! Günlerce gitmez evden kokusu.”
“Bakalım mevsimi mi…”
“Ben biliyorum, her mevsim bulunurmuş. Hadi kalk kalk! Gidelim de bi istavrit tava yiyelim. Böylece evi de kokutmamış oluruz.”
“Sen git, ye. Benim kalkasım yok bu akşam.”
“Sen bilirsin, hadi eyvallah!”

Giyinip “O siftinip dursun evde!” diye mırıldanarak çıktı evden Sami. İkisi ortak
kiralamışlardı bu evi.
Aş erer gibi istavrit yemek istiyordu kaç zamandır. Yürüyerek, yemek yenecek yerlerin çokça bulunduğu sokağı gezmeğe başladı. Önce iyi bildiği, sıkça gittiği bir iki yere girip oturmadan sordu istavriti. “Hay Allah!” Hamsi bile vardı ama istavrit yok hem de her mevsim bulunduğu hâlde.
Dar cepheli, ışıkları pek de canlı görünmeyen bir yer gördü. Daha önce hiç girmediği bir mekân. Elini, dış ışığı yansıtan camekâna siper edip içeriye bakmak isterken kapıda bir adam belirdi:
“Buyurun beyim!”
“Hiç, balık soracaktım da…”
“Ne istediniz?”
“İstavrit tava.”
“Buyurun beyim!”
Girişte masa yoktu. Yürüyen adamın arkasına takıldı. Adam önde, o arkada, dar bir merdivenden üst kata çıktılar.
Bağlama çalan bir adamın söylediği türküye eşlik eden bir kadın vardı az ışıklı yerde. Bir iki masada kadınlı erkekli kişiler oturmuş, çalınıp söylenenlerle pek ilgilenmeden hem bir şeyler yiyor hem de sohbet ediyorlardı.
Gösterilen masaya oturdu.
“İstavrit tava değil mi?” diye soran adam hemen ekledi “Bir şey alır mıydınız?”
“Yirmilik bir rakı.”
Adam alt kata inerken bir kadın gelip oturdu masaya. Önce hâl hatır sordu. Ardından nereli olduğunu derken masaya bir kadın daha gelip oturdu. Buna bir anlam veremese de bir şey demedi. İlk kez böyle bir durumla karşılaştığı için tedirgin olsa da renk vermedi.
Adam balığını ve içkisini getirdi. Yeni zafiyet geçirmiş istavrite benzer balıkları çatalıyla düzeltirken kadınlara sormak zorunda kaldı:
“Siz ne alırdınız?”
“Bol! ” (Meyve ve maden suyu ile hazırlanan alkollü içecek.) dedi ikisi de ve garson gidip hemen getirdi onların da içeceklerini.      
                                               &    &    &
            Sis bulutu gibi ortalığı kaplayan alkol kokusuyla harmanlanmış sigara dumanına, türkü söylediğini sanan kadının dayanılmaz sesi de eklenince bunalmağa başlamış,  buraya geldiğine, oturduğuna pişman olmuştu. Ne yediğinden ne de içtiğinden bir şey anlamamıştı. Bir an önce çıkıp gidesi vardı ama onu getirip masaya oturtan adam, merdiven başında zebella gibi dikiliyordu.
            Hesabı istedi. Adam  hemen getirdi. Hesap, kamyon bekleyen Sami’ye “tır” gibi geldi.
Duraklayıp “…ama bu kadar param yok ki!” diyebildi.
            “Kolay beyim! Nasıl olsa banka kartınız vardır. Şu karşıki büfede pos cihazı var. Oradan çekebilirsiniz.” deyip hemen aşağıya “Melih!” diye seslendi.
            Enine boyuna Melih nezaretinde (!) büfeye gidip hesap kadar parayı ödedi. Belli ki büfe de bu işin bir parçasıydı. Zaten parayı ödeyince gardiyanı (!) Melih çoktan kaybolmuştu karanlıkta.
            İstavrit uğruna ne geceydi be!