Oturdum masama ki yeni yazıma başlayayım ama neyi yazsam ki?

                                                                          
         Oturdum masama ki yeni yazıma başlayayım ama neyi yazsam ki? Sanki aklımdan geçenleri anlamışlar gibi yanımda yöremde değişik sesler “Beni yaz, hayır bizi yaz, bizi yazmazsan darılıp çeker gideriz belleğinden!” Gaipten sesler” dedikleri bu olmalı ama gel de onlara anlat bunları! Dinleyen kim, bağrışıp çağrışıyorlar sanki mezat salonundalar da kelepir parçayı kaçırmayacaklar. Bilmiyorlar ki kasap et derdinde, ben can derdindeyim.
            Baktım olacak gibi değil, sesimi alçaltarak “Tek tek,” dedim, “bağrışmadan durun ve tek tek konuşun.”
            Allah’tan iyice azmamışlar ama gene de heyecanlı oldukları besbelli seslerden. Tek tek konuşulunca ortalık meclis havasını terk edip otoriter ya da sevilen öğretmenin sınıfına döndü. Sazı biri bırakıp öteki alıyor ama hiç olmazsa ne dediklerini anlayabiliyorum:
            “Ben Kabuk, hani erkek arkadaşım demir bahçe kapınıza gelip tak tak vurmuştu ya arkadaşım. Beni yaz!”
            “Bana Maskeli demiştiniz. Tansaş’ın kapısında sosimi verin de yiyeyim diye bekleyen Maskeli’yim ben. Hayvanları neden almazlar bilmem ki mağazanın içine oysa biz insanlar kadar zarar vermeyiz hiçbir zaman. Beni yazsan kıyamet mi kopar.”
            “Ben Kuyruk, bu acımasız dünyada sevilmeğe hasret kaldığımız için size sürtündükçe herkes beni ‘Sürtünüp durma, git başımdan!’ diye kovalarken siz başımı sıvazlayıp insanca  sevmiştiniz beni. Yazmazsan kıyamet kopmaz ama yazarsan çok sevinirim.”
            “Konu yok diye mırıldanıyordun dün akşam kendi kendine. Nasıl konu yok, biz neciyiz burada. Belleğinde dura dura küfleneceğiz, paslanacağız, sen yazamadan burada çürüyüp gideceğiz.”
“Sen kimsin ki?” dedim boş bulunup.
“Kim miyim, hani bazen bakkalın kapısında yatan üç yavrulu Boz’um ben. İtilip kakılan ama yalnız bakkalın kızıp kovmadığı boz köpek! Beni yazsan Yeni Foça’dakilerin hemen hepsi anımsar beni.”
“Vay vay vay, bir de insan gibi ‘anımsar’ diye konuşuyorsun!”
“Ne sandın ya! İnsan değilsek adlandırdığınız anlamda ‘hayvan’ da değiliz. Zararsız varlıklarız biz. Sizi daima koruyup kollayacak günahsız, zararsız varlıklar.”
“Amma uzattın, bırak bize de sıra gelsin!”
“Sen de kimsin arkadaş?”
“Ben hayvan değilim, sakın onlarla karıştırma. Hani o karşı köşede oturanların oğluyum ben. Büyük çöp poşetini taşıyamadığın için ite kaka sürükleyip gürültü ederken sana bağıran delikanlıyım. Ses çıkarmadan durup ellerini beline koyup soluklandıktan sonra poşeti taşımağa çalışmıştın ya. İnsanlar dururken neden hayvanları yazasın ki, beni yaz!”
“Bizi yaz asıl sen, bizim eczaneyi yaz. Hatırlarsan ‘Bu eczane denize karşı olduğu için manzarası çok ama her ilacı bulamadığımız için ilacı az.’ demiştin bir gelişinde. Bizi yazarsan ilginç olur.”
“Beni yazsan ya sen! Belki çıkaramadın sesimden ama ben Emine Bacı. Beni yaz beni. Hani yanındaki karıya ‘Sineğin biri iniyor beşi kalkıyor, o gözlemeler yenir mi?’ dediydin fısıldayarak ama ben seni duymuş idim.”
            Baktım ki seslerin biteceği yok. İki elimle iki kulağımı da kapattım ama sesler sanki beynimin içinden geliyor, sesleri durduramadım. Hemen oracığa uzanıp uyumağa çalıştım. Son anımsadığım sesi şu an bile duyar gibiyim:
            “Sen tembellik et, not ala ama onlar silinip ya da kaybolup gidecek kaygısı yaşamadan keyfine bak. Bir an önce yaz onları, yaz, yaz, yaz!”