Biz bugün mühim bir cereyanın basında bulunuyoruz. yani halka doğru gidiyoruz. Halka gitmek. onun talim ve terbiyesiyle uğraşmak onun seviyesini yükseltmeğe çalışmak demektir.

 
Biz bugün mühim bir cereyanın basında bulunuyoruz. yani halka doğru gidiyoruz. Halka gitmek. onun talim ve terbiyesiyle uğraşmak onun seviyesini yükseltmeğe çalışmak demektir. Bundan sekiz, on sene evvel yazılarımdan birinde demiştim ki: Hayatta gaye çok yaşamaktır. Çok yaşamak ise mesut yaşamak demektir. Biz bunu ekseriya yanlış anlıyoruz ve filan adam seksen sene yaşamış demekle onun uzun bir ümür sürdüğüne zehab oluyoruz. Eğer o ömrün bir çok zamanı hastalıkla filan geçmişse o adam yaşamış addolunmaz. Binaenaleyh sağlam ve mesut olarak yaşamak şarttır. Saadet, insanlar için asırlardan beri bir gaye olmuş ve insanların kalbi hep onun için çarpmıştır. Beşeriyetin bütün didinmesi, çalışıp çabalaması hep o gayenin istihsali içindir. Bu ise ancak ferdlerin kıymet-i ictimaiyelerini yükseltmekle mümkün olur. Avrupa’da demokrat devletlerde senelerden beri teessüs eden halka doğru cereyanı ahaliye kıymet ve nüfuz vermeğe uğraşıyor. Bu kıymet ve nüfuz neticesinde halk arasında ahenk husule gelebiliyor. Muhtelif sınıflar arasındaki farklar azalıyor. l3izde yalnız şehirlerde değil şehirlilerle köylüler arasında da anlayış ve düşüş itibariyle mühim farklar vardır. Biz ekseriye köylünün lisanından anlamadığımız gibi o da bizim lisanımızdan anlamaz. Yalnız bu kadar değil. köylünün bize karşı itimadı da yoktur. Bizi gördüğü zaman kim bilir hangi sahtekar. hangi hilekar bizi kandırıp elimizden varımızı. yoğumuzu almağa gelmiştir, der. Çünkü tavr u hareketimiz, lisanımız. kıyafetimiz onunkine benzemez. Köylü. bu bizden değildir der ve şüphe eder. Halbuki onu irşad bizim vazifemizdir.
İşte muhterem efendiler, hüner bu farkları izale etmektir. Bunu yapabilirsek halka demokratik bir terbiye vermiş olacağız. Aramızdaki fark azaldıkça ahval ve harekatımız, hatta yaşayışımız birbirine yaklaşacaktır. Mütefekkirlerimizin mefküresi daima ilerlemek ve ilerletmek daima teali etmek ve ettirmek olmalıdır. Halbuki ekseriya bu gaye takip edilmiyor. İnsanlar iki emelden birinin peşinden koşuyor. Bunlardan biri para kazanmak diğeri mevki sahibi olmaktır. Bu maddi ve şahsi menfaatler hayatta çok tehlikelidir. Biraz evvel demiştim ki : İnsanlar arasındaki farkı izale etmek l Bu farkı bir taraftan ilim, bir taraftan terbiye izale edebilir. Fakat daha ziyade terbiyenin ehemmiyeti vardır. Tahsili fevkalade yüksek fakat terbiyesi noksan bir erkekle oldukça iyi terbiye görmüş kadın hiçbir vakit anlaşamazlar. Fakat mutavassıt bir derecede malümatlı ve buna mukabil terbiyesi yolunda bir adamı herkes sever.
Terbiye seviyeleri yekdiğerinden çok farklı bir cemaate hitap etmenin ne kadar gülünç olduğunu kendi nefsimdeki tecrübelerimle anladım. Bir kısım halkı memnun eden sözlerim çok kere bir diğer kısmı kızdırıyor. İşte aşağıda kalanları yukarıdakilerin seviyelerine çıkarmak ile bir tesviye ameliyesi yapılır ki bu sayede efrad-ı milletin düşünce, anlayış ve zevkleri arasında bir ahenk husule gelir. Ekseriya evlerimizin, kahve ve gazinolarımızın. hatta mekteplerimizin dahili tertibatındaki farklar hep aramızdaki terbiyenin aynı tarzda olmayışından ileri gelir. Eğer bir cemaatin efradı hissen, fikren yekdiğerlerinden çok farklı olmazsa onların arasındaki imtizac da devamlı olur.
Bundan on yedi. on sekiz sene ewel İskandinavya’da bulunduğum sırada (Norrland) eyaletinin makarr-ı idaresi olan (Östersund) şehrine gitmiştim. Orada bir gün belediye riyaseti muazzam bir ziyafet veriyordu ve bu ziyafette elli sene yekdiğeriyle muammer olmuş, hoş geçinmiş, birlikte ihriyarlamıs ailelerin altın düğünü yapılıyordu. Avrupada dettir: yirmi beş sene birbiriyle geçinen karı koca gümüş düğünü yaparlar. Belediye reisinin verdiği izahatta elli sene birlikte muammer olan ailelerin adedinin her sene tezayüd ettiğini söylüyorlardı. Bir de kendimizi düşünelim : Ekseriya gençler evlendikten altı ay sonra balayı saraka ayına münkalib olur, saç saça. baş başa gelirler. Mahkemelerimiz tal davalarıyla doludur. Bu şerait tahtında nasıl bir aile tesekkül edebilir. Halbuki milletimizin saadeti ailelerin saadetine bağlıdır. Halkla meşgul olmak, halka hizmet etmek ayrıca bir ilimdir. Bu ilmin İngilizce ismi (Folklor) dur. Folk. halk demek lor ise ilim demektir. Bu ilmi ansiklopedi şöyle tarif ediyor:
“Milletlerin ahvalini, an’anatını. mazisini yaşatan ilme denir.” Filhakika tarih de bize geçmiş zamanların vekayii ve hadisatını haber veriyor. Fakat insanlar zahirperest olduklarından göze çarpan büyük vakaları zaptet mişlerdir ve yine bunun içindir ki tarihimiz padişahların medh ü sena ve fütuhatıyla lebaleb doludur. Tarih demek padişahlar demektir. Hatta o kadar gariptir ki edvar tarihince bile padişahların saltanatına göre tefrik edilmiştir. Milletin mevcudiyeti ise hiç nazar-ı dikkate alınmamıştır. İşte demokratin terbiye bütün mütefekkirlerin nazarlarını halka çevirmiş hurafeler, masallar. destanlar. milli rakslar bir itina ile toplanarak halk ilmi vücuda geririlmiştir.
Milletimizin i’tilâsı için uğraşıyorsak onun mazisindeki kahramanlık menkıbelerini yeniden canlandırmalı. unutulmuş. maziye karışmış büyüklüklerini yaşatmağa çalışmalıyız. Milletin benliğine ait nesi varsa onları birer birer ortaya koymalıyız. Bilfarz köylünün vaktiyle kendi dokuduğu kumaşları onları yeniden rezg dokutmaları ve onları Avrupa’nın çürük ve değersiz basmalarından kurtarmalıyız. Masallarımızı. darb-ı mesellerimizi, eski Türk türkülerimizi. destanlarımızı bir itina-i mahsusa ile toplayarak bir kitab-ı mukaddes vücuda getirmeliyız ve gayret etmeliyiz ki millet mazisine tehassürle iftiharla bakabilsin ve bugün dünü ararmasın.
Bir şeyin milli olabilmesi için onun hakikaten nümune itrihaz edilebilecek kadar güzel olması şarttır. Bir şarkımızı bir ecnebiye terennüm ederken veya bir raksımızı herhangi bir Avrupalıya gösterirken göğsümüz gurur ve iftiharla kabarabilmelidir.
Her milletin yüzlerce birbirinden güzel milli raksları vardır. Hiç şüphe yok ki bizim de Erzurum’dan, Kars’tan, İzmir sahillerine kadar Anadolu’nun muhtelif yerlerinde kim bilir ne güzel. ne hoş, ne tabii ve ne cana yakın şarkılar ve rakslarımız vardır. Fakat bunlar bakımsızlık yüzünden esas güzelliklerini maalesef kaybetmişlerdir. Bundan on sene ewel Anadolu’da, baştan basa büyük bir tetebbu seyahati yapmışum. Bursa’ dan başlayarak şehirlerin, kasabaların köylülerini her tarafta oynattım ve bu rakslar içersinde milletimizin göğsünü gere gere bütün cihana gösterebileceği zeybek raksını buldum. Maalesef her tarafın zeybekleri bunun başka başka şekillerde oynuyor. Hatta bir deftı oynayan ikinci oynayışında raksın şeklini değiştiriyordu. Tetkik ve tetebbularımızı bitirdikten sonra üç senelik bir say neticesinde zeybek raksımıza muayyen bir şekil verebildim ve üç asırlık mazisi olan (Sarı Zeybek) şarkısına da bir beste yaptım. Biliyorum, belki bu bizim meydana getirdiğimiz raksın da noksanları vardır. Yalnız biz birinci adımı aruk. Bundan sonra himmeti gençlere tavsiye ediyoruz.
Size şimdi milli zeybek raksımıza medhal olmak üzere kabul ettiğimiz Sarı Zeybek türküsünü okuyacağım ve okuduktan sonra tahlil edeceğim.
Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır
Yağmur yağar siifıhları ıslanır
Bir gün olur deli gönül uslanır
Nakarat
Yazık olsun telli doru şanına
Eğil bir bak mor cepkenin kanına
Su dağları kara duman bürüdü
Üç yüz atlı, beş yüz yaya yürüdü
Sarı Zeybek şu cihanda bir idi.
Efendiler, şu biraz evvel okuduğum şarkının birinci mısrasına bakınız:
Zeybeğin dağa yaslanması k gelmiyor da Sarı Zeybek dağlara yaslanıyor. Biraz sonra Sarı Zeybek bir gün gelip medeniyeti kabul edeceğini işaret ederek deli gönlün uslanacağını söylüyor. Sevgili hayvanına kendisini kurtaramadığı için tariz ediyor ve nihayet kendisini tutmak üzere sekiz yüz kişinin takip ettiğinden bahsediyor.
Efendiler, size sorarım: Bana yer yüzünde bir millet gösteriniz ki kahramanlık menkıbelerinde bir adamın peşinde sekiz yüz kişi koşabilsin. İşte bu kahraman ancak Türk neslinde zuhur edebilir ve onun değtanları, masalları, şarkıları, raksiarı hatta efsaneleri cel kahramanlıkla doludur. Halkın talim ve terbiyesine medar olabilecek hatta belki bütün gençlik için rehber-i hareket ittihaz edilebilecek bir (folklor) a şiddetle muhtacız.
Türkiye Edebiyat Mecmuası, sayı;6, Mayıs1924, s3-5
Not: Selim Sırrı (TARCAN)’ın bu çerçevede sözünü ettiği San Zeybek oyunu Ile ilgili olaylar, gelişmeler ve uygulamalar Için bkz:.a) Selim Sırrı Tarcan, Tarcan Zeybeğl. Ülkü Matbaası, İstanbuL 1948  b) Şerif Baykurt. “Türk Halk Oyunlannın Öğretilip yaygınlaştırılması Üzerine Notlar’ Türk Halk Oyunlannın Değerlendirilmesinde Karşılaşılan Problemler Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1991.61-6