Ahmet Özhan, “Tanrım, bu sonbahar vurgunu” diye besteci Selahattin İçli’nin o nefis şarkısını söylerken şöyle düşündüm:

Ahmet Özhan, “Tanrım, bu sonbahar vurgunu” diye besteci Selahattin İçli’nin o nefis şarkısını söylerken şöyle düşündüm: Cansın Erol’un böyle yazması doğal, ben de sonbaharda garip bir melankoli yaşarım ama  bu yıl nedense “Tanrım, bu ilkbahar vurgunu!” diyesim var.  
Nasıl bir bakış açısı demeyin. Bu yıl gerçekten iyi olaylarla başlamadı ve süremiyor: Bir türlü silinip gitmeyen hastalıklar, soğuk, az yağışlı bir hava, depremler, altüst olan ekonomi ve aşırı pahalılık, siyasal çalkantının getirdiği gerilim…
Ne olursa olsun hani ünlü yazar Romain Gary’nin “Emile Ajar” takma adıyla yazdığı “Onca Yoksulluk Varken” romanı geliyor aklıma. Bunca sıkıntı, gerilim, dert, tasa olsa da ilkbaharın dokunuşuyla birden romantikleşiyor insan, neredeyse kırılganlaşıyor o melankolinin etkisiyle… Sanki kalbinize küçük ısırıklarla saldıran bir varlık, varlık değil adeta çıkarılması zor minicik cam kırıkları… O da değil, damarlarımızda dolaşan kıpır kıpır bir sevgi mi, eksiklik ya da çağrısız bir konuk mu?
İşte bu yüzden vurgunu baharın gelişiyle yemiş oluyor insan. Her ne kadar daha sonra gelen yaz zaman zaman bunaltsa da sonbaharda, kalbimizde toplanan o garip duygu  sonbaharda salıveriyor kendini ve bizi sermest ediyor.
Gelin de bütün bu yazdıklarımı hissettikten sonra dertsiz, tasasız, mutlu yaşayın bakalım. Bedeninizin her yanına yayılmış bu davetsiz konuğu kolaysa gelinde silip atın içinizde. Yemişsiniz vurgunu bir defa gelen ilkbaharla, umarı yok!  Kendinizi yeni yetmeler gibi hissetmişsiniz bir kere yaşamınızın en görmüş geçirmiş, deneyimlerle donanmış ama  belki de yaşam heyecanınızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu düşünmeğe başladığınız döneminde.
Gelen konuk gelip oturmuş baş köşeye, artık kalk denemez çünkü yol yorgunu. İlle de hâl hatır soracak ama yine de ve ne yazık ki “Ben geldim!” diyecek. Eğer “Yaş otuz beşse ve  yolun yarısı değil, sonuna ramak kaldıysa ya da birden bu duygu kalbinize gelip çeki taşı gibi oturduysa yapacak bir şey yok.
Öyleyse küçük çocuklar gibi tepinip bağırmasına gerek yok kalbinizin ya da salya sümük ağlamasının hiç anlamı yok görmüş geçirmiş ruhunuzun köşe bucağının.
Açacaksınız radyoyu, bulacaksınız aradığınız o şarkıyı ve gözleriniz dolup boşalıncaya ve sonunda tuhaf bir fırsatları kaçırmışlığı ya da geçen yıllara inat rastlayacağınız yeni bir mutluluk fırsatını düşünüp avaz avaz bağırarak kalbinizin duvarlarını da çınlatacaksınız: “Tanrım, bu ilkbahar vurgunu!”