Ağacın dalları titreşiyor camın ardından bakarken ben. Üşüyorlar mı yoksa benim hâlime acıdıkları için mi öyleler ya da tam tersi mi acaba?

Ağacın dalları titreşiyor camın ardından bakarken ben. Üşüyorlar mı yoksa benim hâlime acıdıkları için mi öyleler ya da tam tersi mi acaba? Ben mi böyle düşünüyorum yoksa? Yani kim kime acıyor, kim kime üzülüyor… Kim kime dum duma olmasın sakın!
            Genellikle sonbaharda böyle garip havalara bürünür insan sanırdım. Meğer dalıp gitmenin ne zemini ne de zamanı belli olurmuş. O garip ve yıkıcı, çökertici, dağıtıcı duygu yavaş yavaş gelir çökermiş kalbin ortasına; tıpkı koyu, ağdalı, akar gibi yapan ama akıp bir türlü içinizi rahatlatamayan…
            Sık sık aklıma gelir olur olmaz zamanlarda. Sonbaharda bir hüzün dağlar insanın içini. O, damarlarda deli deli akan kanın sanki damarlara sürtünerek hışır hışır dört dolanması. Bazen yavaşlar ve sakinleşir gibi olur, sonra yeniden basıp gidecekmiş gibi hızlanır ama en sonunda da gelip oturur kalbinizin tam orta yerine çeki taşı gibi.
            O saatlerde yanınıza kimse gelsin istemezsiniz. Sanki hâl hatır soracakları azarlayasınız gelir içinizden ama bir türlü yapamazsınız, sizi frenleyen, tutup geri çeken o el var ya! İstemek ama yapamamak kadar sinir bozucu bir şey var mı ya da düşünmek, hissetmek, çıldıracak gibi olmak ama söyleyememek…
Ey gün ortasında kapımı çalan karabasan, ne işin var bu zeminsiz yerde ve zamansız zamanda? Mevsimleri mi şaşırdın, haftaları mı karıştırdın yoksa an bu andır diye pusudan çıkıp mı saldırdın üstüme böyle apansız? Zorun ne be karabasan, eline ne geçecek beni çökertip de? Beni darmadağın edince dünyayı mı verecekler sana götürü usulüyle?
Zamanı değil şimdi abuk sabuk saldırılara yeltenmenin! Ne zamanı ne zemini. Şimdi git, sonbaharda gel! Hani şu yaz var ya, yaramaz yaz! Onu kovalayıp doğayı dingin bir yaşlıya çeviren, insanlara ayrılık ve bazen ölümü düşündüren kışın habercisi sonbaharda… İnsanın içine dolup nefes almayı zorlaştıran o havada gel. Nasıl olsa geleceksin, eninde sonunda Nedir bu telaşın, aceleciliğin? Bir ben mi fazlayım şu garip evrende? Bırak da tadını çıkarayım ilkbaharın o ısıtmayan ama üşütmeye de kıyamayan havasında. Çek elini üstümden! Hem gücün hep bana mı yetiyor ya da ben mi öyle sanıyorum? Düş benim yakamdan da başka av bul kendine! Hele dur, neden başkasını bulasın, mecbur musun garip bir insanoğlu yakalayıp onu un ufak etmeğe?
Hadi git, git başımdan! Karşıma titreşen dallar gibi çıkıp da… Aslında ben mi onlara bakıp üzülüyorum yoksa onlar mı bana bakıp üzülüyor? Ne mantık bıraktın bende ne de akıl. Akıldan geçtim, darmadağın ettin beni bu zamansız zamanda.
Git hadi, git de alıştırdığın zamanda, sonbaharda gel!