“Beyler, satışlar ne zaman patlayacak? Hani tüm önlemleri almış, projeleri acilen hayata geçirmiştik? Piyasa gene aynı, yaprak kımıldamıyor. Ciromuz koltuk değnekli dedeler gibi; yürümüyor, sürünüyor!

“Beyler, satışlar ne zaman patlayacak? Hani tüm önlemleri almış, projeleri acilen hayata geçirmiştik? Piyasa gene aynı, yaprak kımıldamıyor. Ciromuz koltuk değnekli dedeler gibi; yürümüyor, sürünüyor!”

Tüm çalışanlarını toplamış konuşuyordu patron. Tuvalet kağıdı, mendil, havlu, peçete gibi kağıttan yapılan temizlik ürünlerinin çok satan markasıydı fabrikalarının ürünleri. Son aylarda gerçekten çok düşünüp çok çalışmışlardı ama satışlar istendiği gibi gitmiyordu. Bu yüzden canı sıkkın, suratı asık, çok sinirliydi bu toplantıda.
“Hani, hani projeleriniz bomba gibiydi ve piyasanın canına okuyacaktık?” Boyun damarları patlayacak denli şişiyordu hırslandıkça. “Sözde özel elemanları eğitip halkın arasına salacaktınız da onlar patlatacaklardı bombaları? Ne oldu, işe yaramadı değil mi? Fiyasko!”
Bir müdür endişeyle elini kaldırdı.
“Söyle, söyle nedir? Gene ne bahanen var Semih Bey?”
“Efendim, gerçekten özel elemanlarımız neredeyse soluksuz sürdürüyorlar etkileme - yönlendirme çalışmalarını.”
“N’apıyolar peki kucak dolusu para ödediğimiz bu etkisiz elemanlarımız?”
“AVM’lerde, kalabalık caddelerde, sinema tuvaletlerinde harıl harıl çalışıyorlar ve…”
“Bırak masalı, yaptıkları ne yani, atla deve mi?”
Topu ayağına alan müdür, sesini kendinden emin bir tona ayarlayıp sürdürdü açıklamasını.
“Mesela tuvaletten çıkıp ellerini yıkayan adam kurutma makinesine yönelince hemen yanına yaklaşıyor elemanımız…”
“Ne yani, peçetelerimizden, havlularımızdan birini mi uzatıyor ona?”
“Yok efendim, zaten oraya da biz pazarlıyoruz havlularımızı. Elemanımız hemen konuşmaya başlıyor elleri ıslak adamla ve kurutma makinesinin hijyenik olmadığını, ısıyla bakteri üremesine yol açabileceğini, ellerini havluyla kurularsa daha güvenli davranacağını söylüyor ve 12’den vuruyor.”
“Bu kadar mı?”
“Bu kadar olur mu? Tuvalet kabininden sifon çekme sesi gelir gelmez hemen o kapıyı çalıyor örneğin ve ‘Hamfendi, beyefendi, ülkemizin suya gereksinimi var, lütfen sifonu bırakın, bakın sağ yanınızda tuvalet kağıdı rulosu var, onu kullanın.’ diyor.”
 “Diyorsun?” diye sürdürüyor patron. “Kimse kızmıyor mu peki bu müdahalelere? Ben olsam ağzını burnunu dağıtırım tuvaletimin kapısını çalanın. Ben şeyimin üstündeyken… Tövbe tövbe!”
“Zaten o yüzden çoğu elemanımızın hastane masrafları epey kabardı son günlerde.”
“Yok yok, bu iş böyle olmayacak. Daha etkili bir şeyler yapmak gerek. Televizyon kanallarına yüklenmeliyiz. Hani şu şey dizisini özel siparişle yazdırmıştık ya bir senariste...”
“Parça Pinçik…”
“Evet o dizinin her bölümünde ağlatacaktık televizyon izleyicilerini ve kağıt mendil, havlu hatta halkımızın mendil niyetine kullanmayı çok sevdiği çok katlı, çok dayanıklı ve çok emici tuvalet kağıtlarımız yok satacaktı. Ne oldu?”
“Satış biraz arttı ama…”
“Ne artması canım, devede kulak! Söyleyin o senariste, özellikle bitki çayı içen gelinin öldüğü bölümdeki gibi ajite etsin, ağlatsın yeni bölümlerde izleyiciyi. Ne bileyim Gazal’dan da iyi iş çıkar ama onunki sinir bozmak, bence devreye yeni bir sevgili adayı girmeli ve onu fark eden çaresiz eş Tamara hem ağlamalı hem de ağlatmalı üç saat boyunca. Reklam arasında  bile salya sümük ağlamalı izleyici hızını alamayıp. Bize böyle sahneler gerekli. Mesela Irmak denen o delikanlının çaresizliği ve sevgilisi Hansu’nun gözyaşları da etkili olacaktır bana göre.”
“Peki efendim, senaristi tekrar uyaralım. Zaten kadına da boşuna para veriyoruz. Senaryoyu kendisinin yazdığını sanıyor garibim.”
“Başka ne yapabiliriz peki?”
“Başka bir dizimizin senaristine yeni akıllar verelim. Mesela “Ecenin Kraliçesi”?”
“Onun adı saçma değil mi?”
“Yapmayın efendim, adın ne önemi var, maksat gözyaşı seller gibi aksın. O dizide de entrika var ama gözyaşı az. Küçük çocuk Somer de durup dururken lösemiye ya da ‘Kırım Kongo kanamalı kene hastalığı’na yakalansın.”
“O hastalığın modası geçmemiş miydi?”
“Olsun efendim, millet ağlarken oturup ‘Şu anda bu hastalık moda mı, değil mi?’ diye mi düşünecek sanki?”
“Eee?”
“Somer’in anası da dizi seyircilerini anasından doğduğuna pişman etsin, etsin ki seyirciler yağmurdan kaçarken Tsunami’ye yakalansın. Hepsi, göz pınarları kuruyana dek ağlasın.”
“Saçmalama Semih, göz pınarları kurumasın. Bizim mendillerimiz, havlularımız, peçetelerimiz, tuvalet kağıtlarımız ne güne duruyor?”