“Biraz kıyma haşla da ekmeğimizin arasına koyup yiyelim.” dediğimde neden şaşırıp karşı çıktığını anlayamadım.

“Biraz kıyma haşla da ekmeğimizin arasına koyup yiyelim.” dediğimde neden şaşırıp karşı çıktığını anlayamadım. Geçenlerde, acıktık diye kim haşlamıştı üstüne su akıtıp o kıymayı? “Yumuşasın diye…” diyorsan tamam ama sonrasında kavurmamıştın ki yağ koyup. “yağsız, tatsız, tuzsuz…” dediğimde de “Zaten kıymada yağ var.” demiştin, anımsa!
Her şey o benzetmenle başladı. “Evlendirme programlarındaki gibi…” diye başlamıştın bir gün söze. Oraya birbirlerini tanımak için geliyormuş insanlar. Kadınlar erkekleri, erkekler de kadınları… Birçoğu daha önce evlilikler yapmış insanlar. Düşledikleri yapıda, zevkte eş aramak için geliyorlarmış buraya. Herkesin zevki aynı mı? Olmayabilir ya da olamaz. Örneğin dolma neyle yapılır? Pirinçle ya da bulgurla. Yani kıymanın eşi ya pirinç olur ya da bulgur. Sen ne demiştin o zaman bulduğun parlak fikirle? “Dolmaya göce koydum.” Gerçekten öyleydi. Daha sonra da ıspanağı pirinç yerine göceyle pişirmiştin de… Gülme, maceran öyle başladı!
Yoğurdu mayalarken çok az tuz ya da şeker koymanı anlarım, televizyondan duymuştun, mantıklı olabilir ama yıllardır afiyetle ve tabak tabak içtiğimiz canım şehriye çorbasını pirinçle değil de göceyle yapmanı nasıl yadırgamıştık? Muzip muzip gülersin tabii, nasıl da farkındasın bu denemelerinin. Yazık değil mi o çorbaya koyduğun haşlanmış tavuk suyuna, sıktığımız limona, ektiğimiz bibere, karabibere?
İlle de uzun uzun anlattırdın bize ama öyle demiştin kendini savunurken. “O evlendirme programlarına gelenler, daha önceki eşlerine nasıl alışmışlarsa zamanla, siz de yemeklerdeki değişikliklere alışırsınız nasılsa ve giderek yakınmazsınız böyle.” Bilmem, belki de haklısın ama son zamanlarda kendini iyice aştın!
Ispanakta demir yani C vitamini varmış. Yoğurdu neden dökermişiz üstüne? Onda bağışıklık sistemini güçlendiren E ile görme duyumuzu güçlendiren A vitamini varmış. Boşuna mı sarımsaklı yoğurdu boca edermişiz üstüne? Sarımsağın güçlü bir antibiyotik görevini üstlendiğini hepimiz bilirmişiz.
Daha sonra da bir gün yoğurdu ıspanak yerine, pişirdiğin kerevizin üstüne döktürmüştün. Biz “Bu da ne?” dediğimizde de sayıp dökmüştün “Kerevizde de C yani demir, ayrıca çinko, bakır, fosfor, mangan, selenyum var.” diye. “Tamam tamam, anladık Ansiklopedi Hanım.” demiştik anımsarsan sana yoksa sabaha kadar sayacaktın bize zorla yedirdiklerinin neler içerdiğini.
Hele o akşam sofraya oturduğumuzda oğlun, çatalının ucuna taktığı şeyi göstererek “Nohutların arasında bir şey var!” demişti şaşkınlıkla. “Ne olacak canım, sucuk!” demiştin sıradan bir olaymış gibi. Daha biz “Nereden icap etti de…” diyemeden eklemiştin: “Epeydir pastırmalı kuru fasulye yemedik.” demediniz miydi geçen hafta, dediniz. Ben de nohut pişirirken pastırma yerine sucuk koyuverdim, ikisi de et türevi, ikisi de baharatlı…” Susup yüzüne baktık hepimiz. Ben “Ama ne bu yemek fasulye ne de içindeki pastırma. Çok farklı bir evlilik olmamış mı yani sence de?” deyince ona da cevabı yapıştırmıştın: “Ha pastırmalı fasulye, ha sucuklu nohut; ne fark eder?”
Bir anlık suskunluktan sonra, çaresiz yemeğe devam etmiştik. Senin son cümlenden sonra sadece çatal kaşık sesleri kalmıştı salonda yankılanan. Bu buluşun diz çöktürmüş ve pes ettirmişti bize yanılmıyorsam. Artık denemelerine gıkımız çıkmaz olmuştu. Aç kalacak değildik ya. Ama her an yeni bir keşifte bulunabilirdin. Hani derler ya “Bu sessizlik hayra alamet değil!”
Sen de haklısın tabii. Özellikle öğlenden önce, bazen de öğlenden sonra, kadınlara yönelik zengin (!) programlar var televizyon kanallarında. (Bu arada TV kısaltmasını “tivi” diye okuyanlar da sinirimi bozuyor. Kendimi bir an gurbet elde, İngiltere veya Amerika’da sanıyorum. Bilirsiniz, o dillerde, bu iki harften ilkinin “ti”, ikincisinin “vi” diye okunduğunu.) İşte oralardan duyduklarını hayata geçiriyorsundur ama kendi buluşlarınla zenginleştirerek.
Ne diyeyim, kolay gelsin ama giderek beni de etkiledin sanırım. Geçenlerde, kanalın birinde evlendirme programı yayımlanırken sana “Bence Bay Buğday gibi şanslısı yok.” demiştim de şaşırtmıştım seni. Gözlerini kocaman kocaman açarak “Ne demek yani?” demiştin.
“Şu demek: Nasıl kıymayla göce, kerevizle yoğurt, nohutla sucuk evleniyorsa…”
“Eee?” demiştin yine de bir şey anlayamadığını belirtmek için.
“Buğday Bey gibi şanslı bir eski zaman erkeği var mı sence dünyada?”
Hâlâ sürüyordu şaşkınlığın ve ben bombayı patlatmıştım:
“Kıymanın sadece göcesi, kerevizin yoğurdu, nohudun sucuğu var, yani tek eşlilik ama Buğday Bey çoktaan harem kurmuş kendine: fasulye, nohut, pirinç, kayısı, incir, üzüm, ceviz, badem, fındık hatta nar ve bazen de gül suyu…”