“Zaman Hırsızları” romanımı da, diğer üç romanım gibi Çankırı’dayken (1965 - 1978)  yazmıştım. Günün birinde, sözünü ettiğim romanımı Bilgi Yayınevi’ne göndermiştim.

“Zaman Hırsızları” romanımı da, diğer üç romanım gibi Çankırı’dayken (1965 - 1978)  yazmıştım. Günün birinde, sözünü ettiğim romanımı Bilgi Yayınevi’ne göndermiştim.
Aradan epey süre geçmiş ama bir haber gelmemişti. Bir hafta olamasa bile neredeyse bir sonraki hafta Ankara’ya gidip hafta sonunu eşimin ailesi ile geçiriyorduk. İşte öyle bir Ankara seferinde “yayınevine uğrayıp romanımın ne olduğunu anlayayım dedim.
Sekreter hanıma, editörle görüşmek istediğimi söyleyince bana “Kim diyeyim?” diye sordu. Adımı, soyadımı söyledim. İçeri girdi ve oyalanmadan dışarı çıkıp “Buyurun!” diye beni içeriye davet etti.
İçeriye girdiğimde masasından kalkıp bana doğru gelerek elini uzattı editör “Merhaba Zaman Hırsızları” diyerek. Bana adımla değil, romanımın adıyla hitap etmişti. Zaten karşımda Atila İlhan’ı görmek, 30’lu yaşlarımdaki beni çok şaşırtmış, derinden etkilemişti. Oturduk. 
“Genç yazarlar diye yeni bir projemiz vardı ve sizin romanınızla başlayacaktı bu proje. Ne yazık ki ödenek çıkmayınca projeyi yaşama geçiremedik.” diyerek dosyamı masaya bırakırken “Ne yapabiliriz diye düşündüm.” dedi. “Romanınızı çok beğendim, Fransız roman yazarlarını andırıyor anlatımınız. Bu romanınızın okurla buluşmasını çok istemiştim, olamadı.” deyip sustu. Sonra bir an duraklayıp “Gazetede tefrika ettirsek ne dersiniz?” diye bana sordu. Heyecanımı bastıramamıştım. Ancak “İyi olur, sevinirim.” gibi bir şeyler söyledim sanırım.
Ahizeyi alıp telefon etti. Konuştuğu kişi olumlu konuşmuş olacak ki telefonu kapatıp bana Ulus’taki “Rüzgârlı Sokak”ı bilip bilmediğimi sordu. “Biliyorum.” deyince romanı bana uzatıp “Barış” gazetesinin editörüne götürmemi, onların romanımı tefrika edeceğini söyledi. Çok teşekkür edip koltuğumun altına aldığım dosyamla, heyecan içinde Rüzgârlı’ya gittim. Aynı zamanda - yanılmıyorsam - avukat olan editör Levent Bey’le tanıştım. Bir hafta, ön sayfada  reklamını yapacaklarını, sonrasında her gün olmak üzere romanımın yayınına başlayacaklarını belirtti. 1928 yılında başlayan tefrika roman yayını o yıllarda, şimdiki TV dizileri gibi revaçtaydı. Romanımın yayımlandığı gazeteden, ben uğrayabildiğimde almam için birer nüshayı bana vermek üzere ayıracağını belirtti.
Uzun sözün kısası o romanım günler, aylarca yayımlandı ve bitmek üzereyken “Başka romanın var mı?” diye sordu Levent Bey ve “Emir Demiri Keser” ile “Tanır’ın Gizi” romanım da tefrika edildi. Yalnız son romanımın adını “Dünyayı Nasıl Yok Ettim” diye yayımlamamızın daha doğru olacağını önererek iznimi aldı. Dört romanımdan sadece ilk yazdığım ve yarışmaya göndereceğim için varlığından söz etmediğim “Büyük Kentte Bir Küçük” romanımdan söz etmemiştim. Onu daha sonra kitaba dönüştürmek Çanakkale’de nasip oldu.
Sözünü ettiğim dört romanımın dördünü de Çankırı’da yaşadığım ardışık beş yılda yazmıştım. İzmir’deyken, 2014’te tasarladığım ve adını bile saptadığım romanımın notlarını içeren epeyce kabarmış hazırlık dosyam hâlâ yazmağa başlamamı bekliyor.
Üç romanımın tefrikası bitince “Başka romanın var mı?” diye sormuştu Levent Bey. Sözünü etmediğim romanın varlığını saklayarak “Yok.” demiştim. “Başka ne yapabilirsiniz gazetemiz Barış için?” diye sorunca aklıma kare bulmaca geldi. Bu yüzden, tefrikaların arkasından bir süre, hazırladığım kare bulmacalar yayımlandı.