Belki de kış diye gündeme girmişti portakalın faydaları.

Belki de kış diye gündeme girmişti portakalın faydaları. Gazete okurken fark ettim son günlerde “hurmanın, kereviz sapı, patlamış mısır, patlıcan gibi lifli bitki, sebzelerle meyvelerin faydaları…” diye sürüp giden yazı başlıklarını. Önerilen yiyecekler ve dayandırılan nedenler sürüp gidiyor.   
Hangi meyvede, sebzede, yiyecekte vücudumuza hele de sağlığımıza güneş ışığı kadar gerekli hangi vitaminler var, saymakla bitmez. Hangi meyve ya da sebze yararsız ki, hiçbirinin katkısı yadsınamaz. Yeter ki aşırıya gidilmesin.
Biraz da havaların mevsim normallerini aratırcasına ısıölçer gibi bir inip bir çıkması sağlığımızı tehdit ediyor diye bu konular gündeme geliyor. Yadırgamıyorum, gayet doğal. Zaten bir salgından yeni kurtulur gibiyiz. Hop, bu kez de her kış bizi ziyarete gelen grip derdi…
Her ne kadar uzmanlar bizi sık sık uyarsa da derler ya: Kişi kendinin doktoru olmalı! Doğrudur. Kolluk güçleri nasıl bizi kolluyor ve tehlikelerden koruyorsa biz de sağlığımızı korumalıyız. Bu konuda davranışlarımız ve beslenmemiz önem kazanıyor. Demem o ki “İyilik yap, denize at.” misali elimizden geleni yapmalı, bu konulara özen göstermeliyiz. Tabii ki bu yazılar ve uyarılarla daha dikkatli olmamızı sağlıyor uzmanlar ve yazarlar. Buna bir sözüm yok ama sadece sağlığımızla ilgili anımsatma ve uyarılar mı yazılmalı ya da söylenmeli?
“Lafı geveleyip durma!” dediğinizi duyar gibiyim. Hah, işte ben de tam onu söyleyecektim. “Sağlığınıza dikkat!” tamam, “Beslenmenize dikkat!” tamam da…
Madem sağlığımız bu kadar önemli hatta ruh sağlığımız daha da önemli öyleyse neden kimse çıkıp da “Dürüst ol.”, “Kimsenin hakkını yeme.” “Adam kayırma”, “Haklının yanında ol.”, “Adaletten ayrılma.” demiyor uzun süredir yani ne zamandır çeki taşı gibi suratımıza suratımıza söylenmesi gereken sözlerden kaçınıyoruz. Buna eyyamcılık denmez de neye denir?
İçimizden neyi geçirsek başkası söylesin istiyoruz. Bizden tek ses bile çıkmazken başkalarının çekingenliğini ve suskunluğunu eleştiriyoruz.
Çocukluğumuzda, büyüklerimizden sık sık duyardık bazı sözleri. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” sözünü mırıldanıp sesimizi yükselterek konuşmaktan çekiniyoruz.
Sen söyleme, ben söylemeyeyim… Peki kim söyleyecek yanlışları, hataları? Hem “Çekinmeden konuşulmalı; sözü kıvırmadan ve çekinmeden söyleyerek doğruları konuşalım!” diyoruz ama önerdiğimizi kendimiz yapmıyoruz.
Eleştirinin bizi geliştireceğini neden hâlâ anlayamıyoruz?
Dilimizin ucuna kadar gelen ama bir türlü söylemeğe cesaret edemediğimiz sözleri ne zaman söylemeyi göze alacağız bakalım.
Anlaşılan “Kral çıplak!” diyecek kimse kalmamış ortada. Hem olumsuz davranış ve tutumları istemeyeceğiz hem de bunu dile getirmeyeceğiz. Sonra da üstüne üstlük, büyük büyük laflar söyleyip ahkâm keseceğiz.