Bir sonbahar sabahıydı. Ankara’nın yazı sandığınız kadar bunaltmaz insanı.

Bir sonbahar sabahıydı. Ankara’nın yazı sandığınız kadar bunaltmaz insanı. Kışı oldukça zorludur. Kış deyince çatılardan akarken donan suyun oluşturduğu buz kılıçları ünlüdür. Sonbaharına gelince o çok tatlıdır her yörede olduğu gibi.
Kentin içinde olduğunuz için ancak bahçeli bir evde oturuyorsanız görürsünüz kahverengiye dönüşüp yerleri halıya çevirmiş yaprakları. Güneşin ılık rüzgârla kol kola girip sizi karşıladığı ılık bir sonbahar sabahı işte. İnsana yaşamanın eşsizliğini anımsatan fakat bazen hüzünlerle sarıp sarmalayan, bazense içimizi kıpır kıpır ettirecek hoş bir ruh hâli…
Üstüme bir şeyler geçirip çıkmıştım evden. “Sabah kahvaltısından önce ekmek alayım da taze ekmekle edelim kahvaltımızı.” diye... Eşim, çocuklar evde. Çay demlenmiş hatta çöksün diye bekleniyor. Taze ekmeği de koparıp çayımızı yudumlayacağız.
Akşam, yatmadan önce takvimin yaprağını çevirip hazırlamışım yarın (12 Eylül) ne olacağını bilmediğimden. Meğer ülkenin kaderi bir anda değişiverecekmiş, nereden bileyim.
Uzatmayayım, bakkalımız evimize çok yakındı. Bir iki bitişik nizam evden sonra, tam köşedeki evin alt katı ama… İki asker beni durdurup “Evine dön, sokağa çıkma yasağı var!” dedi. Şaşırdım, “Neden?” diyecek oldum. “Televizyonu, radyoyu dinlemiyor musun?” dediler askere emreden bir komutan edasıyla.
“Sadece ekmek alıp döneceğim şu köşedeki bakkaldan.” deyince “Çok oyalanmadan alıp hemen evine dön!” dediler.
Ekmeği alıp eve döndüm ve eşimin, “Hayırdır, nedir bu telaşın sabah sabah?” demesine aldırmadan televizyonu açtım. Yanlış anımsamıyorsam Hasan Mutlucan o davudi sesiyle hamasi bir türkü söylüyordu. Konuşan kişi, halka tebliği okuyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koyduğunu bildiriyordu.
Daha sonra camlardan da olsa komşularla konuşup birbirimizi bilgilendirdik. Bir kutlama havası değildi bu, herkes şaşkındı.
Evet, son aylarda, günlerde ölümlere varan çatışmalar olmuyor değildi ama demokrasilerde darbe diye bir olayın yeri yoktu. Ancak az gelişmiş ülkelerde rastlanan bir durumdu bu.
Ondan sonraki günlerde ani baskınlarla evlerin arandığı, bazı kitaplara el konulduğu, bazı kişilerin derdest edilip götürüldüğü söyleniyor ve yazılıyordu. Bir ürküntü hatta korku havası hüküm sürüyordu halkın üstünde.
42 yıl önce bir sonbahar sabahıydı; günlerden Cuma, 12 Eylül 1980.