Çankırı’da yaşadığım dönemde dört alanda hakemlik yapıyordum. Ankara’ya atandıktan sonra masa tenisi ve boks hakemliğimi bırakmıştım.

Çankırı’da yaşadığım dönemde dört alanda hakemlik yapıyordum. Ankara’ya atandıktan sonra masa tenisi ve boks hakemliğimi bırakmıştım.
            Ankara’da bulunduğum ilk yıllarda ise, görev verildikçe voleybol ve basketbol hakemliğimi sürdürdüm.
            Hâlâ unutmadığım iki voleybol hakemliğim var. Bugün gibi aklımda, Selim Sırrı Tarcan’daki bir maçta çizgi hakemiydim.
            Bizim takımımızın antrenörü ve yedek oyuncular benim hemen sağımda, dikildiğim yere çok yakın oturuyorlardı.
            Sanırım ilk setteydik. Maç Finlandiya’nın Piyeksemaki takımı ile bir Türk takımı   (Eczacıbaşı ?) arasındaydı.
            Daha ilk dakikalarda, karşı yarı sahadaki Piyeksemaki’nin oyuncusu bir smaç vurdu. Elimdeki işaret bayrağını hemen aşağı indirerek dahil işareti verdim. Çünkü top tam çizginin üstüne düşmüştü ve çizgi sahanın bir parçasıydı. Dışarı çıksaydı bayrağı yukarıya kaldırmam gerekiyordu. Daha ben bayrağı indirir indirmez arkamdan aynı anda ayak sesleri ile bağırtılar geldi. Baş hakem gayet doğal olarak anında düdüğünü çalarak topu (o zamanki kurallarla) Piyeksemaki’ye verdi. Yan gözle baktığımda gördüğüm tablo ürkütücü idi. Tüm yedekler ve antrenör ayaktaydı ve bana çok kızmışlardı. Bu olayı unutamam.
                                                           &         &         &
            Asıl unutmadığım bir amatör küme maçıydı ve gece oynanan bu maçta ben baş hakemdim. Rakibini anımsayamasam da takımlardan biri  PTT idi. Çekişmeli geçen bir maçtı. Tribünde birkaç kişi vardı, tenhaydı salon kısacası. Bunların birkaçı görevli polislerdi.
            Kaçıncı setti bilmiyorum ama PTT’den bir oyuncunun belki de fileye teması nedeniyle topu rakip takıma verdim. Bir oyuncu birden agresifleşti ve bağırarak benim bulunduğum hakem kulesine tırmanırken arkadaşları da onu indirmeğe çalıştılar. Kuleye saldıran oyuncuya hemen kart gösterdim ve yetişen polisler onu merdivende yakaladılar ve kuleden indirip götürdüler.
            Maç devam etti ve ben bitişten sonra polisler şikayetimi almak için benimle konuştular. Ben zaten ona oyun kuralları gereği kart göstermiş ve oyundan çıkarmıştım ama polisle, bana saldırdığı için onu bırakmamışlardı. Şikâyetçiysem onu karakola götüreceklerini söyledim.
Takım arkadaşlarının bazıları yarı giyinik, bazıları formalarıyla bana “Ne olur şikâyetçi olmayın! Arkadaşımız aslında çok sakin biridir ama maç psikolojisi işte, lütfen!” dediler ve ardından da “Hem bu gece onun nişanı vardı. O yüzden de biraz gergin ve heyecanlıydı.”  Ve şikâyetçi odiye şikâyetten vazgeçmemi rica ederek bana çok yalvardılar.
Bunun üzerine polisler “Ne diyorsunuz hocam?” deyince aklıma gençliğimin deli dolu günleri geldi ve kendimi bir an onun yerine koyarak  “Gençliktir, olur böyle şeyler.” deyip affettim. Zaten kurallar gereği gereken cezayı sahada vermiştim. Davranışını ise affederek o gecesinin zehir olmasını önlemeğe çalıştım. Bu arada hâlâ  “O gece gerçekten de nişanı var mıydı?” diye  düşünmüyor değilim ama yaşamının en kritik bir döneminde böyle davranmakla doğru yaptığımdan eminim.