Evimizin alt katı nedense hâlâ bir sığınak gibi gelir bana her görüşte.

Evimizin alt katı nedense hâlâ bir sığınak gibi gelir bana her görüşte. Hem sokağın zamanla yükseltilmiş olması hem de ahşap tavanın alçak tutulması bu duyguyu uyandırır bende. Uzun tahta dilimler yan yana getirilerek oluşturulmuş tavana, arka üstü uzanıp yattığınızda sanki elinizi uzatsanız dokunacakmışsınız hissini uyandırır insanda.
            Uzun kış geceleri her zaman bitmek bilmez gibi gelmiştir bana çocukluk yıllarımda. Yapılacak ödeviniz kalmamış olsa bile boşluğa düşmüş gibi hissederdiniz kendinizi o zamanlar. Zaman geçmek bilmezdi çünkü ne bilgisayar veya cep telefonu gibi oyuncağımız vardı ne de - neredeyse - sizden tüm gününüzü çalacak televizyon.
            Dedim ya, geceler uzundu ve bitmek bilmezdi. Bu yüzden o gece radyo tiyatrosu gibi oyunlar varsa radyoda, bütün aile oturur onu dinlerdi. Gözümüzün yorulmuyor olması da caba!
O yıllarda akşam yemeği yenip de sofradan kalkılınca eller yıkanır ve 6 kişilik aile, odadaki yerlerini alırdı: Anneannem, babam, annem ve biz üç kardeş. Heyecanla  o gece başlayacak, seçkin eserlerden seçilip hazırlanmış  radyo tiyatrosunu beklerdik sigara dumanları içinde. Zaman ilerledikçe nefes almak, özellikle biz çocuklar için zor olurdu çünkü ninem ve babam sıkı birer sigara tiryakisiydiler bildim bileli. Hele saatler ilerledikçe göz gözü göremezdi desem pek de abartılı olmaz.
Galiba yine böyle bir geceydi. Gündüz 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin 38. Yılı kutlanmıştı törenle. Yanılmıyorsam radyodaki program yeni başlamıştı. Pürdikkat dinliyorduk. Hepimiz kulak kesilmiştik, programın akışına kaptırmıştık kendimizi.
Radyo dinlemek için gözlere gereksinim duymayacağımdan, gözlerim kapalı, arka üstü uzanmıştım yerdeki şilteye. Birden döşemenin altından biri beni yukarı iter gibi geldi. Şaşkınlık ve ürküntüyle gözlerimi açtığımda, tahta tavanımızın, birbirine paralel dilimlerinin deniz dalgası gibi kıvrılıp dalgalandığını fark ettim. Fark ettim değil, ilk kez gördüğüm hep birlikte kıvrılan ama kırılmayan tahta dilimler beni korkuttu. Nutkum tutulmuştu. Ninem ve annem hızlı hızlı dua etmeğe başladılar.
Depremin durmasıyla kendimizi can havliyle sokağa attık. Komşular cümbür cemaat  sokaktaydı. Herkes hâlâ korkunun etkisinde birbirine anlatıyordu neler olup bittiğini.
Yakınımızda pek büyük hasar yoktu ama yine de korkudan, arka arsaya kurduğumuz çadırlarda yatmıştık önlem olarak bir hafta kadar.
Sonradan öğrendiğimize göre, 1953 Mart’ında olan Yenice - Gönen depremi 7,2 şiddetindeydi ve 265 kişi ölmüştü. Bunlar arasında - ertesi gün öğrendiğimize göre - ne yazık ki sokak arkadaşlarımızın üçünün babası da vardı.