En tehlikeli üçgen, bilindiği gibi Bermuda Şeytan Üçgeni’ydi. Geleni gideni yutuyor, ne uçak bırakıyordu ne de gemi.

En tehlikeli üçgen, bilindiği gibi Bermuda Şeytan Üçgeni’ydi. Geleni gideni yutuyor, ne uçak bırakıyordu ne de gemi. Bu yüzden pilot ve kaptanlar bucak bucak kaçmalıydı onun çevresinden. Bu üçgenlerin en belirgin özellikleri, çevrelerinde çekim alanı gibi bir şey yaratıyor olmaları. Sen ona girmesen de o seni çekiyor.
            Okullarda da dik üçgenler tehlikelidir, bilirsiniz. Adamın işi gücü yok ki oturup bağıntılar kurmuş, kurallar koymuş. Yok dik kenarların karelerinin toplamı, dik açı karşısındaki kenarın karesine eşitmiş de bilmem neymiş. Gelsin ondan sonra da zor problemler, çözebilirsen çöz.
            Bir de öğrenci - öğretmen - veli üçgeni var ki okullar var olalı hiç yitirmemiş önemini. Her zaman bir bubi tuzağı kadar tehlikeli. Bazen bu kenarlardan öğretmenin veliye ulaşma girişimi görülür. O zaman da ya posta kutusuna gelen mektup yok edilir (posta da doğru dürüst çalışmıyor ki savunması) ya da anne baba yerine ev telefonuna çıkılıp vaziyet kurtarılır (o öğretmen de neden anne ve babanın evde olmadığı saatte arar ki). Zaman zaman da öğrenciye, hani şu hemen önündeki öğrenciye ulaşmak ister öğretmen kenarı ama bir türlü ulaşamaz. Aralarında uçurumlar, karlı dağlar vardır. Yönetmeliklerimiz her gün yeni Orta Çağ hendekleri açmaktadır zaten aralarına. Bazen de öğrenci kenarı ulaşmak ister öğretmen kenarına ama bu kez de buz dağları bulur karşısında. Aysbergin görünen yanı bu (İlgisiz de olsa bunu söylemesem patlayacaktım. Her konuşmacının, her fırsatta söylediğine bakılırsa benim de söylemem kaçınılmazdı. Ne de olsa ağır laf.)
            Bir de eskiden üçgen bezler sendromu vardı, siz bilmezsiniz. Çocuklu analar bilirdi, bilmeleri de şarttı. Nerede şimdiki gibi hazır bezler? Özenle dikilen üçgen bezler çocuğun altına serilir, edilen haltların kokusu etrafı sarmasın diye sıkıca bağlanırdı. Neyse, şimdi hazır bezler, her ne olursa olsun bütün pislikleri örtecek ölçüde ve sayıda. Alırsın birkaç koli bez, ondan sonra ne halt edersen et, milletin burnuna dayasan bile duymaz. İstersen sen de bez fabrikası - hani bir zamanlar birileri nasıl şırınga fabrikası kurmuştu - kur. İster kendi pisliğinde kullan, ister eşe dosta ver, onlar da pisliklerini örtsünler. Günümüzde bu üçgen, ancak ilkyardım tanımlarında yaşıyor.
            Tehlikeli üçgenlerin birisi de sanatçı (Bir yerindeki çiller bile ünlü olmasına yetebilen kişiler de sanatçı diye tanımlanıyor ya!) - yapımcı - televizyon kanalı üçgeni. “Hangi kenar hangi kenarı n’apıyor?”un anlaşılamadığı bu üçgen de belirgin değil ama tehlikeli. Birileri kısa sürede beynimize kazıyıveriyor birilerini, ondan sonra silebilirsen sil. Klip ya da klüp ikilemiyle oturuyorlar başköşeye, oradan indirebilene aşk olsun. “Yok sen benim sanatçımı nasıl çıkarırsın, bizim iznimiz olmadan fotoğrafını nasıl çekersin?” Buna benzer önemli gündem maddeleri cirit atıyor ortada.
            Sporcu – çalıştırıcı - yönetici üçgeni de az tehlikeli değil. “Benim topçum sana beş basar.” gibi garip meydan okumalar... “Federasyon da kim oluyormuş, istediğim kadar yabancı alırım. Gerektiğinde sporcumu atarım da satarım da!” türünden güç gösterileri… Transfer ayında durmadan akan para çeşmeleri… Araya girmek isteyen dördüncü maliye kenarına yüz vermemeler… Kimin kenarını kim yönetiyor, belli değil.
            Az daha unutuyordum önemli üçgenlerden birini. Karı - koca - âşık üçgeni daima dikkate alınmalı. Romanların, oyunların, davaların, öldürmelerin başlıca konusu. Nedenleri çok değişik olabilir ama değişmeyen tek şey, genellikle evli bir çifte bir erkek veya kadın eklenmesiyle elde edilir bu üçgen. Çifte sonradan eklenen maydanoz işini pek anlayabilmiş değilim bugüne dek. Madem maydanoz istiyordun baştan alaydın o maydanozu. Yok istemiyorsan pişmiş aşa maydanoz katmak da neyin nesi? İşin kötüsü, filmin sonu.Şimdi bu üçgenin kenarları uslu uslu otursalar yerlerinde, anlarım. Üçgeni de geçtik, çevrelerindeki diğer geometrik tiplerin ağızları rahat durmaz. Neymiş, böyle kenarlık olur muymuş? Namus meselesiymiş. Ben zaten oldum olası kavrayamamışımdır şu namus meselesini. Üçgen onun üçgeni, kenar onun kenarı. Be beşgen veya çember, sana ne onun namusundan? İlle de açıortayına bakacak üçgenin, ille de alanını hesaplayacak.
            Bütün bu üçgenleri kim sardı bizim başımıza allasen? Karın ağrısı bile olsa sağanak sağanak gelir. “Tüm amaçları yaşamımızı bize yaşanmaz etmek mi acaba?” diyorum bazen. Bütün üçgenler de bizi buluyor nedense. Her üçgen birbirinden tehlikeli. Hepimizden ırak olsun tüm üçgenler. İnsanlık-sevgi-hoşgörü üçgenine ne oldu sahi?
Ha, az daha unutuyordum. Şimdi aklınızdan geçenleri duyuyor gibiyim. Şu kimilerine göre üçgen diye anılan ama devlet, siyaset, bakan, milletvekili veya kumarhane gibi, kenarları sayarken yorulacağımız çokgenden neden söz etmediğimi soruyorsunuz. Başka bir ülkede değil üçgen, bir kenarının bir parçasının bile ülkeyi yerinden oynatıp ayağa kaldıracağını, sokaklara dökeceğini, görevlilerden birinin bile - utanmaksızın konuşmayı bırakın - tek söz etmeden görevinden ayrılacağını bile bile neden bu konuya değinmediğimi soruyorsunuz. Yanıtı çok basit. İçiniz rahat etsin, bu konunun bizim için hiç mi hiç tehlikesi yok. Olsaydı pek sayın büyüklerimiz gerekeni hemen yapmazlar mıydı?