En sevmediğim sözcüktür “idareci”! Nedenini merak edeceğinizi biliyorum ama gerçekten o sözcüğü yazarken bile sanki parmaklarım geri geri gidiyor.  

 En sevmediğim sözcüktür “idareci”! Nedenini merak edeceğinizi biliyorum ama gerçekten o sözcüğü yazarken bile sanki parmaklarım geri geri gidiyor.
 Sözcüğün aslı ya da Türkçesi “yönetici”, kullanılan anlamıyla kişileri yönlendirmekle yükümlü kişi ama mecazen kullanımında çok rahatsız edici bir sözcük. Sözü uzatmadan konuya gireyim.
Yıllar önce Ankara’da, bir okulda müdür yardımcısı olarak görev yapıyorum. Çok sayıda öğretmenin görev yaptığı bu okuldaki bir görevim de öğretmenlerin ders programını yapmak. Bu konuda iyi sayılırdım ama bilirsiniz. Bir iş yaparken bazen herkesi memnun edemezsiniz.
Bir matematik öğretmeni vardı. Vali muavinin eşiydi bu hanım. Okula yeni bir öğretmen gelir ya da özel durumlar gerektirirse programla epeyce uğraşmanız gerekirdi ve hem de çok yorucu olurdu bu hatta isterseniz sinir bozucu da denebilir. İşte bu bayan odama girip programından yakındı. Gireceği sınıfların ders saatlerinin arasında boşluklar olmasını istemez öğretmenler haklı olarak ama bazı nedenler, koşullar sizi buna zorlar. İki ders saati derse girip iki saat beklemeniz, sonra tekrar 2 saat ders yapmanız gerek. Bu durum, evinize iki saat gecikmeli gitmeniz yani zaman kaybı demek.
İşte bu bayan, aradaki boşluğu doldurmamı istedi. Ben de uygun bir dille koşulların buna elvermediğini anlatmağa çalıştım. Örneğin beden eğitimine veya ev-işi, el-işi dersine kız ve erkek öğrenciler için aynı anda iki öğretmenin girmesi zorunluydu. Askerlik dersine giren subayın ancak belli bir gün gelebiliyor olması gibi sorunlardan söz ettim. Öğretmen arkadaşımın sinirlendiği ses tonundan anlaşılıyordu. Sonunda “İyi bir idarecisiniz, idare etmeyi bilirsiniz zaten.” diyerek beni eleştirdi. Bu tokat canımı çok acıttı. İşte bu yüzden idareci sözcüğünü ne zaman duysam dengem bozulur. Buna “idareimaslahatçı” denir halk arasında ki doğrudan bir suçlama ifadesidir.
Bu konuya neden geldik? Bu sözün şimdi tam da zamanı bence.
Geçtiğimiz günlerdeki deprem hepimizi derinden yaraladı ama o dönemde “Uzun uzun ağıtlar yazıp ahkâm kesmenin bir anlamı yok.” diye düşünüp konuya değinmemiştim ama yara henüz taze olsa da buna değinmem gerektiğini düşündüm.
Yaralar sarılır, ateş küllenir, hepimiz biliriz. En acı bir durum bile küllenen bir ateş gibi etkisini yitirir. Ben, bundan bir ders çıkarmamızı ve artık akıllanmamızı diliyorum. Her duyduğumda içimde büyük bir sıkıntı ve üzüntü yaratan şu “idare etmek” sözcüğünü bırakalım artık ulusça hem de her konuda.
Bir işi kimin ya da kimlerin yaptığının değil, nasıl yaptığının önemli hatta yaşamsal olduğunu umarım artık anlamışızdır bu büyük ve zor soğuyacak yaradan sonra. Çok can yitirdik, maddi hasar ve kayıptan söz etmiyorum bile.
Uzun sözün kısası, artık kişileri göreve getirirken, geleceğin inşası için yeni kurallar koyar ve yasalar çıkarırken, bir göreve kimlerin getirileceğine karar verirken liyakat ve dürüstlüğü dikkate alalım. Bize durumu kurtaracak yasalar, kişiler; bir yasağın etrafından dolanıp durumu kurtarma önlemleri değil, hedefi açıkça belirleyecek ve gereğinde ağır ve caydırıcı önlemler, yasalar ve onları cesaretle uygulayacak kişiler gerek.
Kısaca mızrağın sığacağı bir çuval olmadığı görüldü. Atasözlerine bile sığınmadan, açıkça söylemeliyiz ki olan oldu, tabii gereken yasal önlemler alınacak ve gerekenler yapılacak ama alınan bu tarihî dersten sonra şu “idare et” saçmalığından ya da çıkarcılığından kurtulalım. Bu faciadan sonra vatana, topraklarımıza gelecek kuşaklarımıza boynumuzun borcu olmalı bence bu. Hem de zamanın arkasına sığınmadan, hemen ve kararlılıkla… Bütün idare (!) yollarını kapatacak kararlar, yasalarla; o enkaz kaldırma manzaralarını unutmadan ve kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın…