Eskiden evdeki, bahçedeki ya da çevremizdeki hayvanları doyurmak kolaydı çünkü bizim nazlılarımız gibi yiyecek seçmezlerdi ama şimdi öyle mi ya!

 Eskiden evdeki, bahçedeki ya da çevremizdeki hayvanları doyurmak kolaydı çünkü bizim nazlılarımız gibi yiyecek seçmezlerdi ama şimdi öyle mi ya! Öğünden ya da biten ve kalkılan sofradan kalan yemek artıklarını hatta onların sularına doğradığımız ekmekleri verirdik, onlar neredeyse hiç seçmeden yerlerdi bunları.
Onları da kendimize çevirdik zamanla. Yemek hatta yiyecek seçmeğe başladılar. Zaten artık hazır mamalara alıştı hemen hemen hepsi. Balıklı veya tavuklu hazır mamaların tadı damaklarında. Ona alışmışken ne yapsınlar yavan yavan şeyleri. Kısaca önce bizi alıştırdılar hazır yiyeceklere, biz de - ne hikmetse - onları alıştırdık bu sağlıksız yiyeceklere,  hazır mamaya.
“Alışmış kudurmuştan beterdir.” diye bir deyim yerleşecek neredeyse dilimize. Hazır mama deyip hafife almayın. Rahmetli kardeşim Almanya’dan izine gelirken özel eğitilmiş köpeği Bento’yu ve onun konserve mamalarını da getirirdi de biz onun bu tutumuna şaşardık.
Bento denince durup biraz aydınlatayım sizi onun hakkında. Yavruyken aldığı bu cins köpeği kendisi sabırla ve uzun süre eğitmişti. Sahibini korumak için kendini düşünmeden feda edebilecek bir köpekken çocuklara hoşgörüyle davranabiliyordu. Yürümeğe henüz başlamış torunum onu kuyruğundan tutup geriye doğru çekmeğe çalışırken bile ona tepki göstermemeyi bilirdi. Kardeşimden aldığı eğitime o kadar sadıktı ki en aç olduğu zamanlarda bile ona sağ elinizle verdiğiniz yiyeceği yemezdi hatta sahibi yani kardeşim verse dahi. Bunu bırakın çünkü uzun süre aç kalmış olsa bile ancak sahibi verecek yiyeceğini ve ille de sol eliyle verecek ki Bento yiyeceği alıp yesin.
Özellikle kedi ve köpekler bizimle kolay iletişim kuruyorlar. Çok eskiden beri onlar biz insanlarla neredeyse içli dışlılar. Hani derler ya “Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez.” Kısaca biz yemek yerken bile sanki izin versek bizimle sofraya oturacaklar ve birlikte yemek yiyecekler. Özellikle kediler bu konuda daha kararlı. Derler ki “Kediler kendilerini bizim sahibimiz sanırlar.”
Bütün bunları neden anlattım uzun uzun, açıklayayım. Her ne kadar yaz bittiyse de yine bahar, ardından da yaz gelecek. O aylarda yine kırlara açılacağız, özellikle kentlerin tam ortasında olmasa da parklara…
Geçen gün hem de esen rüzgârın üşüttüğü bir akşamüstü, Kepez’deki bir piknik alanında oturup kitabımı okuyayım demiştim.  Belediye çok güzel bir alan oluşturmuş sakinleri için. Belli aralıklarla dökülen yeterli genişlikte beton platformlar oluşturulmuş. Üstlerine tahta masalar ve iki yanında oturmalıklar.  Hemen yakınlarında da mangal tarzı ocaklar… İsteyenler etlerini ve kömürlerini getirip orada pişirsinler ve yesinler diye. İşte bu tabloda bir şey beni çok üzdü.
Masadakiler, getirdikleri salata ya da söğüş malzemelerini doğrayıp hazırlıyorlar. Birisi de kıpkırmızı olan kömürlerin üstündeki ızgaraya - belli ki - etleri koymuş, dumanlar neredeyse pişireni boğacak denli! Ortalığa mis gibi biber, domates, balık, pirzola, tavuk yani et kokusu yayılıyor ki burun ve nefis dayanmaz!
Sanırım burnunuza okurken kokular gelir gibi olmuştur ama o anda ben, içimde dayanılmaz bir üzüntü ve neredeyse acılarla izliyordum o manzarayı çünkü oturulan beton platformun öbür ucunda kımıldamayan ama belli ki ıstırap çeken en az sekiz on kedi, köpek…
Uzun sözün kısası diyorum ki… Nasıl olsa kış bitip bahar gelecek ve sizler yine orada mangal yapıp ortalığı dumana boğacaksınız. Size yarasın ama bir de o öldürücü et kokusuna maruz kalan ama sabırla sizin ikramınızı bekleyen o varlıkları düşünün. Ne olur önceden yanınıza aldığınız - soğuk da olsa - önceden hazırladığınız kılçıklardan, balık kafalarından, tavuk kırpıntılarından ya da kemiklerden verin yutkunan şu zavallıcıklara göz hakkı diye, hiç olmazsa nefislerini köreltsinler diye…