Lavaboya girip eğildim. Yüzümü yıkıyorum. Bu uyku açılacak nasıl olsa.

Lavaboya girip eğildim. Yüzümü yıkıyorum. Bu uyku açılacak nasıl olsa. Hep böyle sersem sepelek dolaşacak değilim ya.
İstediğiniz kadar uyuyun, uykuyu açmak yine de zaman alıyor. Gözünü açar açmaz zinde hissedemiyor insan kendini. Yatakta gözlerinizi açınca önce şöyle bir duraklıyor, sonra doğruluyorsunuz genellikle. Ardından da soğuk suyu yüzünüze çarpıp - bir bakıma - şok etkisiyle uyanmanıza geliyor sıra.
İşte bugün de aynı sırayı izleyerek lavabonun başındayım. Soğuk suyun anımsattığı “yaşamak güzel” duygusu tüm bedenime yayılıyor ve sanki her hücrem ayrı ayrı kıpırdıyor: Yaşama dönüş! Haklılarmış; yaşam suda, suyla başlarmış. Ne güzel şey yaşıyor olmanın mutluluğunu her gün, her zerrenizde duymak! Bu duygunun rahatlığı içinde gevşemiş yüz hatlarım, başımı doğrultup aynaya baktığımda geriliyor ani bir kasılmayla.
Arkamda dikilen bir adam! Bu kim?
Hani yalnız başınızayken yanınızda biri belirir ya siz farkında olmadan, tam da öyle hatta daha da kötüsü yanınızda değil, ense kökünüzde.
Bir an, elimde olmadan gözlerimi açıp kapatıyorum. Yataktayken, “Uykuda mıyım?” diye çimdikler ya insan kendini, tıpkı öyle. Düş mü, gerçek mi ikileminin ortasındayım. Karar vermek olanaksız gibi. Evde benden başka sadece kızım var. O olamaz çünkü odasının kapısı kapalı ve bu saatte uyanmaz o. Ne de olsa genç, deliksiz uyuyabiliyor. Benim gibi sık sık uyanma huyu yok. Ayrıca arkamda dikilen de bir erkek zaten.
Nereden, nasıl girdi evimize? Yok canım, ne girmesi? Kapı baca kapalı ve kilitli. Yatmadan önce açık ışık kaldı mı, kapıyı kilitlemiş miyim diye kontrol ederim muhakkak. Dün gece de yapmıştım aynı şeyleri, alışkanlık. Öyleyse arkamda biri olmamalı ama var!
“Korkacak bir şey yok.”
Ses duymuyor ama böyle bir şey algılıyorum. Sanki beynimin içinde oluşmuş bir cümle.
“Korkan kim!” diyorum. “ Sadece şaşırdım. Sabah sabah kim bu davetsiz misafir ve nereden, nasıl geldi?”
“Bir yerden gelmedim. Ben hep buralarda bir yerdeyim.”
“Peki, neden daha önce görmedim de şimdi?”
“Bilmem, varlığımı bilmeni istedim.”
“Kızım gördü mü seni?”
“Ben istemedikçe kimse göremez ki beni o görsün.”
Böyle bir şey gayet doğalmış gibi söyleşiyoruz ama yüz yüze değil, tren vagonları gibi arka arkaya, ayna aracılığıyla.
“Bana neden göründün öyleyse durup dururken? Bir nedeni olmalı.”
“Şu her şeyde bir neden arama hastalığınız da olmasa…”
“İnsanoğlu böyledir, nedenleri merak eder ve böylece bilinmezleri öğrenir, kapalı perdeleri aralar. Mayamızda var belli ki.”
“Biraz fazla değil mi bu merak, kedinin öğrenme merakı gibi?”
“Komik olmağa çalışıyorsun, bu da bir beceri. Hiç de şaşırmışa benzemiyorsun hatta.”
“Şaşkınlığım geçti çünkü bir tehdit algılamıyorum. Sıradan biri, yıllardır tanıdığım bir arkadaşım gibisin; daha önce görmemiş olsam da yabancı değilsin yani.”
“E tabii! Dedim ya, hep buralardayım. Sadece canım görünmek istedi.”
“Neden diye bir daha soracağım.”
“Yalnızlık sadece size mahsus değil. Konuşmak bir gereksinim.”
“Sen buna konuşmak mı diyorsun? Ses seda yok, nefes sesi bile yok. Hem seni nasıl anlayabiliyorum kulaklarıma gelen bir ses olmadığı halde?”
“Sen hiç düşünmez misin yalnızken veya birisinin yanındayken. Düşünürken kulakların işe yaramaz, biliyorsun.”
“Madem öyle, nasıl anlıyorum söylediklerini?”
“Beynin çalışırken nasıl kulakların gerekmiyorsa öyle. Düşünür gibi… Tek fark benim düşündüklerimi aynı anda senin de düşünmen.”
“Radyo yayını gibi mi?”
“Eh, öyle diyelim.”
“Kimsin peki? Neyin nesisin?”
“Her şeyi bilmek zorunda değilsin.”
Boyu benden biraz daha uzun olduğu için sadece omuzlarını ve başını görebiliyordum. Merak dürtüsüyle geri dönüp tüm bedenini görmek istedim. Kaslarım harekete geçerken sırtıma bir şey dokundu, sanırım eli:
“Dönme yoksa giderim!”
“Nereye?”
“Bir yere değil, görünmez olurum yani tekrar.”
“Peki, gitme. Seninle sohbet etmek iyi geldi bana.”
“Tabii iyi gelir çünkü ben aslında başka biri değilim.”
“Nasıl?”
 
“Baba, ne zaman kalktın?”
Kızım, terliklerini her zamanki gibi sürüyerek geliyordu. Duyduğum sesle arkama dönmüştüm.
Dediği gibi olmuştu. Arkamda kimse yoktu.
“Az önce…”