Çanakkale’de doğdum, doğru ama tatilde kısa süreliğine gelişler hariç memleketimde şu ana kadar topu topu ancak 22 yıl yaşayabildim

Çanakkale’de doğdum, doğru ama tatilde kısa süreliğine gelişler hariç memleketimde şu ana kadar topu topu ancak 22 yıl yaşayabildim; Ankara’da ise tam 33 yıl. Ayrıca yaşamımın 3 yılı Erzincan’da, 2 yılı da Trabzon’da, 5 yılı da İzmir’in ilçelerinde geçmişti. Buna bir de ilk görev yerim Çankırı’daki 13 yılı eklersek hesap tamam olur.
Kısa da olsa neden belirttim bunları. Yaşamımın, şu ana kadar çoğu gurbette geçmiş. Diğerleri ya öğrencilik ya da görev… Sahi emeklilik yılları da yorgunluk atma süreci şu zaman diliminde olduğu gibi.
Enerjisi, birikimi, yetenekleri ve yapıtlarıyla Çanakkale’nin gelecek kuşaklarına izler iletme görevini yüklenen, üretken Şahabettin Kalfa’nın bir ara bana söylediği “Gelecek kuşaklar da sizi tanımalı.” cümlesi hem ruhumu okşadı hem de yeni çalışmalarıma başlayacak ivme kazandırdı.
Söz Ankara’dan başladı ama “Neden Ankara?” dendiğinde aranmasın istedim. Madem şu ana kadarki yaşamımın neredeyse beşte ikisi orada geçmiş öyleyse neden Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ankara’nın en çok nesini seviyorsunuz?” sözüne verdiği “İstanbul’a dönüşünü…” sözüne neden nazire (gönderme) yapmayayım dedim.
İlk Ankara deneyimim, bir yıllık Kara Harp Okulu yılımdı. Sonraki 32 yılın neredeyse tamamı Ankara’da yöneticilik ve öğretmenlik yaptığım yıllardı.
Son olarak geçenlerde bir fırsat yaratıp gidip geldiğim Ankara benim gözümde ve gönlümde daha önemli bir yeri doldurdu. “Hamdım,” orada “piştim Elhamdülillah!” Belki de bu yüzden bir romanım (Büyük Kentte Bir Küçük) Çankırı - Ankara ikilisinde geçiyor. 6 - 7 yıldır hazırlık dosyamla uğraştığım, yakınlarda yazmağa başlayacağım yeni romanımda da önemli yer tutacak Ankara.
Yazının yarısını geçtik gibi. Aslında bir giriş gibi oldu ama “Ankara” nasılsa her an karşınıza çıkabilir ben yazdıkça.
İnsan âşık da olabiliyor, ameliyat da yani yaşam ne getirirse…
Ankara denince nedense aklıma “Ankara simidi” ve “yaprak döner” geliyor yiyecek olarak. Gençlik Parkı ve Anıtkabir önemli yerlerden ikisi ama aydınlık yüzlü Türkiye Cumhuriyeti’nin doğduğu yer ne de olsa… Ülkenin kalbi, Atatürk denen eşsiz öncünün hâlâ soluklandığı yer.
Ankara’nın gecesi ayrı, gündüzü ayrı bir güzeldir. Yazın oldukça sıcak, kışın oldukça soğuktur ama inanın orada nem az olduğu için mevsimler daha kolay geçer. Erzincan gibi Ankara’da da griple cebelleştiğim olmadı pek. Kısacası havası sağlamdır.
Bir kış, Yenimahalle’deki kirada oturduğumuz evin çatısından düşen buzdan kılıçlardan biri arabamın ön camını paramparça etmişti de imdadıma sigorta yetişmişti, hiç unutmam.
Bu yazıyla belki de sizi kışkırttığımı, “Hadi, ne duruyorsunuz? Koşun, Ankara’ya yerleşin bir ayak evvel!” demek istediğimi sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. “Memur kenti” diye de tanımlanan ve ülkemizin kalbi sayılacak bu ilin yazılacak o kadar çok güzel yanı var ki kısa kısa yazılarla bunu anlatmak çok zor. Derler ya: “Anlatmakla olmaz, yaşamak lazım!”