Kahvaltı bahçesi tıklım tıklım dolu. Adamlar, kadınlar, gençler, çocuklar…

 
Kahvaltı bahçesi tıklım tıklım dolu. Adamlar, kadınlar, gençler, çocuklar… Kapalı yerde oturan bir iki çift var ama asıl kalabalık, bahçenin elverişli her yerine dağılmış. Masalar dolu; tek kişilik salıncaklara, çardak altlarına varana dek.
 
Çalışanlar, bu güzel Ege sabahının öğleye yaklaşan saatinde, siparişlere karşı büyük bir savaş veriyorlar. Kimi sipariş alıyor, kimi istenenleri getiriyor tepsi içinde. Kız ve erkek görevliler gayet temiz ve bir örnek giysiler içinde olduğundan, işletmecinin bu işe önem verdiğini anlıyorsunuz.
 
Çocukların keyfine diyecek yok. Kameriyelerde ve masalarda oturanlardan yarım insan boyu yüksek bir yeşillik alana onlar için çok uygun maddeden (plastik) bir oyun parkı kurulmuş. Düşmeleriyle kalkmaları bir oluyor yumuşacık, esnek zeminden. Bazıları da kimi zaman anne veya babalarının da eşliğiyle, hemen onun önündeki - büyüklerin bile yatıp yuvarlanmaktan kendilerini zor alıkoydukları -  çim alanda koşturuyor veya top oynuyor.
 
Bu alanın hemen yanında iki camlı yapı var. Yerden metal ayaklarla kaldırılmış bu birbirinden bağımsız iki yapının da dört bir yanı sadece cam. Dışarıdan rahatlıkla görünüyor içerisi. Birisi spor araçlarıyla, diğeri topraktan yapılmış seramik çalışmalarıyla dolu. İşte bu seramikle dolu yapının hemen önündeki,  hatta gölgesindeki hafif eğimli çim alanda da bir insan kümesi var.
 
Ortada, çamuru biçimlendirmeye yarayan, elektrikle çalışan bir  torna, yöresinde - kimi sandalyelerde, kimi yer şiltelerinde oturmuş - birçok kadın, adam… Herkes kendi âlemine dalmış, hallerinden memnun oldukları belli. Aklıma her nedense Aziz Nesin’in “Sûrnâme”si geliyor. Hani idam  mahkûmunun infazı için oraya toplanan halk ve onlar sayesinde ekmek parası kazanma derdinde olan satıcılar… Tam bir cümbüş! Burası da bir bakıma öyle. Kimisi  kahvaltısını edecek, kimisi gezinecek, apartman dairelerine tıkılıp kalmış çocuklar da bu doğa parçasında doya doya oynayacak. İşte tornanın başında birikenler de böyle merakla bekliyorlar.
 
Seramikle ya da çanak çömlekle ilgilenenler de belli ki önceden haber alıp buraya gelmişler. Yıllardır yurt içi ve önemli yurt dışı etkinliklere katılıp gösteriler yapmış, bu arada birçok kişiye bu işi öğretmiş, yanında  yeni ustalar yetiştirmiş Efsane Mehmet’i bekliyorlar, aslında Bursa’da atölyesi olan ama yaz sezonu için bu bahçede yer kiralayan seramikçi bir bayanın girişimiyle davet edilmiş Efsane Mehmet’i. Belki bazıları daha önce torna başına oturup çamura şekil vermiş ama çoğu ilk kez elini çamura değecek olan birçok meraklı…
 
Anne babalar ama özellikle anneler, çocuklarını ellerinden tutarak tornanın başına getirmişler. Az sonra başlayacağını bildikleri gösteri öncesi heyecanlılar. Çocukların, her konuda olduğu gibi bitmeyen soruları...
 
“Bu ne anne?”
“Nasıl çalışıyor?”
“Kim çalıştıracak?”
“Neyle yapacak?”
“Ben de deneyebilir miyim?”
 
Yanında, çamuru getiren yardımcısıyla geliyor sonunda Efsane Mehmet. Üstündeki hırka ve boynundaki fularla gayet şık ve bakımlı görünen usta oturuyor tornanın başına. Kısa bir selamlaşma ve kendini tanıtma, gayet içten bir konuşmayla sürüyor. Çamuru tornanın dönebilen tablasına koyup motoru çalıştırıyor. Ustayı çepeçevre saranlar sanki gözleriyle biçimlendiriyorlar tornadaki çamuru.
 
İki değişik hızda döndürülebilen tablanın üstündeki çamuru iki eliyle kavrıyor ama sıkmadan. Kendi tabiriyle “bir bayanın elini tutar gibi dokunarak ama sıkmadan”… Sonra çamur biçimlenmeye başlıyor çünkü parmaklar devreye girince – özellikle de başparmak -  ince dokunuşlarla değişiyor ve bardak, vazo, küllük, şamdan, minik biblolar gibi birçok yeni görünüme bürünüyor.
 
Sıra, daha önce tornayla tanışmış usta adaylarına geliyor. Onlar da sergiliyorlar heyecanla becerilerini ama ustanın dikkatli bakışları ve kibar uyarılarıyla. Daha sonra izleyici kalabalığından özellikle kadınlar oturuyorlar tornanın başına. İlk denemede, usta karışmazsa şımarıp bozuluyor çamur. Usta, gereken anlarda eliyle ya da parmaklarıyla küçük dokunuşlar sayesinde çamuru toparlıyor ama bu işi ilk kez deneyen bayan adaylar, sanat eseri yaratmış gibi havalara girip bekleyenlere bakıyorlar abartılı bir gururla. Usta duruma el koyup düzeltmese şekilsiz bir çamur parçasına dönüşecek şaheserleriyle (!) gurur duyuyorlar besbelli.
 
“Hayatım, yarın pişsin, bak o zaman gör benim tabağımı!”
“Nasıl desenler döktürdüm ama!”
“Ben de sergi açsam mı acaba?”
 
Daha sonra sıra istekli çocuklara geliyor. Su ve çamurla oynamağa bayılan çocuklara… Deterjan reklamındaki söylemde olduğu gibi kirlenmenin “güzel” değil, “özgürce” olduğunu düşünen çocuklara ama anneler, ah o anneler!
 
“Dur çocuğum, üstün kirlenecek, değme sakın!”
“Değmeden nasıl yapayım anne?” diyen çocuk, “Kral çıplak.” diyor aslında.
 
Hele yeni nesil (!) cep telefonuyla, torna başındaki kızının fotoğrafını çekmeye çalışan annenin uyarısı… “Bana bak kızım.” O anda kız annesine bakıp gerekli pozu veriyor ama çamur, ustanın panik ve refleksine rağmen sizlere ömür!