Elin, gözün hatta aklın takılır ikide bir oraya. Belki farkında bile değilsindir onun orada olduğunun günlük koşuşturmalarda.

Kabuk bağlamaya yüz tutmuş hatta bağlamış bir yara. Dokunmasan kendi kendine yok olup gidecek bir yara, belki parmak ucunla bile dokunsan hissedemeyeceğin ama orada olduğunu çok iyi bildiğin bir yara… Ona dokunmak, kabuğunu, tırnağının ucuyla kanırtıp kaldıracağın eski bir yara…
Önce ona ellememek, ona dokunmamak, onun varlığını anımsamamak için uzun süre mücadele ettiğin eski bir yara… Her dokunuşta ya da değil dokunmak her düşündüğünde adeta kalbini oluk oluk kanatacak iflah olmaz bir yara!
Elinde olmadan yaptın veya söyledin ama artık geri dönüşü yok, oldu bir kere! Kendini ne kadar savunsan, haklı olduğunu ne kadar söylesen boş, demişsin, duygularını açık etmişsin bir kere! Onu artık yok edemez, varlığını yadsıyamazsın ne yaparsan yap. O senin hassas noktan, zayıf karnın. Ne savunmanın ne de özrün bir yararı var. Olan olmuş bir kere, o senin zayıf noktan. Anlatsan, kendini savunsan, o anda bilinçsizce, düşünmeden söylediğini kanıtlamaya çalışsan da orada bir yara var ve onu sen açtın. Şimdi de utanmadan, sıkılmadan onu yok etmeğe çalışıyorsun. Doğa ve mantık kurallarına aykırı. O orada işte! Bir çıban başı gibi duruyor. Gözle görünüyor olmasa bile hissediyorsun, âdeta zonkluyor hatta oluk oluk kanıyor bile!
Bir anlık, deli cesaretiyle söylenmiş bir söz ki çıkarılan dünya savaşları bile karşılıklı anlaşmayla barışa götürülürken bu çok farklı. Geri dönüp özür dilemek ve kendini bağışlatmak çok zor hatta imkânsız. Neredeyse - Arşimet’in dediği gibi - dünyanın yerinden oynatılması bile olasıyken bu olanaksız.
İsterseniz bunu “vicdan azabı” diye niteleyelim isterseniz pişmanlığın son raddesi. Demem o ki, “Pişmanlık öyle bir yara ki, küllense, kabuk tutsa hatta pişman olunan cesurca söylense bile izleri silinemiyor. Tam unutuldu derken kalkıp geliyor ve kapını istenmeyen bir konuk gibi çalıp diyor ki: “Ben geldim, eski bir yara, vicdan yarası. Hani o  ödeyemediğin borç! Değil silinmek, kalplerde capcanlı bir diken gibi senin, suçlunun kalbini kanatmaya devam ediyor.
Sen hem böyle “Suçluyum, suç ve günahkâr benim.” Kanatmasanız iyi olur. diiyorsun hem de  “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diyorsun. Yağma yok! Yaşayacaksın ve bu günahın bedelini hem de en ağır biçimde sen taşıyacaksın çünkü ünlü meseldir: “Şeytan azapta gerek!”