Öğretmen olarak ilk atandığım yer Çankırı Lisesi’ydi. 1965’ten 1978’e kadar orada görev yaptım. İlk görev yerim Çankırı’ydı.

Öğretmen olarak ilk atandığım yer Çankırı Lisesi’ydi. 1965’ten 1978’e kadar orada görev yaptım. İlk görev yerim Çankırı’ydı. Son oturduğum ev Taş Mescit’e çok yakındı. Orada oturduğum sürede komşularımızdan birinin Arif diye bir oğlu vardı ve benim görev yaptığım okulun öğrencilerinden birisiydi. Kiracı olduğumuz evin karşısında, bahçe içinde şirin bir evleri vardı. 
1970 - 1976 yıllarında arka arkaya 7 kez Türkiye şampiyonu oldu. SSCB’de kupa kazanan tek Türk boks şampiyonu olan öğrencim iki kez Balkan, bir kez Asya şampiyonu ve bir kez de olimpiyat dördüncüsü oldu. Asya’nın en teknik boksörü olarak tanındı.
Bunlardan neden söz ettim dersiniz. Çankırı Lisesi’nde görev yaptığım branşdaşım Türkçe öğretmeni Bayram Akkoç bir gün bana “Hadi gel Beden Terbiyesi’ne gidelim de hakem kursuna katılalım.” dedi. Nedenini sorunca kursa katılıp boks hakemi olmağa karar verdiğini, kursa katılacağını söyledi. Ailece de görüşüyorduk. “Yalnız canım sıkılır, bana arkadaş olursun.” dedi. Ben “Bokstan nefret ederim, kan revan içinde geçen bir spor o, burnu kırılan kırılana!” diye karşı çıktım ama kıramadım da. Kendisi daha önce Fenerbahçe’de boks yaptığı için donanımlıydı.
Uzatmayayım. Kursa beraber gittik ve ikimiz de boks hakemi olduk. Kurs vermek için Çankırı’ya gelen Şefik Tetik tarafından yetiştirildik ve ondan sonra birkaç turnuvaya da çağrılıp görev yaptık ama istemeye istemeğe gittiğim kurs ve görev verilen maçlar yüzünden ancak kısa bir süre bir süre hakemlik yaptım. Daha sonra Ankara’ya tayinim çıktı. Bir gün yolda Şefik Tetik’e rastladım. “Nerelerdesin? Burada da görev vereyim, boks hakemliğini bırakma.” dedi ama bir daha boks hakemliği yapmadım.
Ankara’da bulunduğum ilk yıllarda voleybol, basketbol ve masa tenisi hakemliği de yaptım bir süre ama onları da çok uzun sürdürmedim.
Peki, bütün bunları neden anlattım? Dört branşla da  ilgim kesilmişti. Aradan yıllar geçti. Bir gün Arif beni aradı. Yenimahalle’deki Mustafa Kemal Lisesi’nde görev yaptığımı öğrenmiş. Meğer o da çoluk çocuk sahibi olmuş, Ankara’ya yerleşmiş. Adres verdi ama  fırsat bulup uğrayamadım.
Bir gün telefon edip adresimi aldı ve bir iki defa ailece ziyarete geldiler bize. Son ziyaretini hiç unutamıyorum. Çaylarımızı içtikten sonra hâlâ o eski enerjisini koruyan Arif ayağa kalktı ve gardını aldı. Yazıyı yazarken bile onun sesini duyar gibiyim. Karşımda yumruklarıyla beni tahrik etmek için düşük gardını almış karşımda kelebek gibi hareket ediyor ve bir yandan da “Hadi hadi!” diye sözde benim kendisine saldırmamı bekliyor.