Belki şimdi değişmiştir, uygulanmıyordur ama yıllar önce erlerin hep hevesle bekledikleri bir şey vardı eğlence denince.

Belki şimdi değişmiştir, uygulanmıyordur ama yıllar önce erlerin hep hevesle bekledikleri bir şey vardı eğlence denince. Bayram gibi belirli günlerde, onlara moral versin diye eğlence düzenlenirdi. Yetenekli olanlar çıkıp saz çalar, türkü söylerdi. İçlerinde askerliğini yapan ünlü birisi varsa o gecenin gözdesi olurdu ve genellikle kapanışı yapardı. Her şey bir yana, aylardır, belki de yıllardır ailesinden ve eşinden uzakta olanlar için çok özel bir gece olurdu bu çünkü sonu “aç aç”la biterdi.
Büyük fedakârlıklarla getirtilen dansöz sahne aldığında yer gök inlerdi “Aç, aç!” çığlıklarıyla. Ritme uyan dansöz, sırayla üstündekileri çıkarırdı dans gösterisini sunarken ama ondan istenen, üstündekilerin tümünü çıkarması olurdu.
Bunu, televizyon kanallarının birinde yayımlanan bir yarışmayı - yarışma mı, itiş kakış mı, kavga mı, savaş mı belirsiz - izlerken anımsadım. Hani şu tanınmış kişilerle tanınmak isteyen kişilerin oluşturduğu iki timin - tim diyorum çünkü her yarışma öncesi ve sonrası muhakkak ağır zayiat veriliyor - bireyleri neredeyse her gece izleyici karşısında boğuşuyorlar. Bıraksalar, rollerini falan unutup karşı gruba girişecekler.
Askerlere moral vermeyi, onları zinde tutmayı amaçlayan “aç aç” sözcükleri burada moral için değil, açlık sınırındaki insanların - deyim yerindeyse - isteklerini çığlıklarla simgeliyor. Haklılar tabii, günlerce aç kalabiliyorlar (!) ve bir parça ekmek için birbirlerini paralayabilirler. Bir bakıma bunu yapıyorlar da zaten yarışmalarda.
Bu yarışmalardan önce onları hırslandırmak için ödül getiriliyor ortaya ama ödülün ne olduğunu bilmeyen yarışmacılara sırayla ve defalarca “Açayım mı ? Açıyorum!” sözcükleri söyleniyor. Yarışmacılar ise, belki de yenilecekleri için yiyemeyecekleri bu yiyecekleri görmek için kalan (!) tüm güçleriyle ama umarsızca bağırıyorlar “Aç, aç!” diye. Oyunu sunan kişi sonunda “Açtım!” diye bağırarak yiyeceklerin üstündeki örtüyü açıyor ve ortalık çılgınca seslerle çınlıyor. Kimisi kendini tutamayıp zıplıyor, kimisi başını ellerinin arasına alıp üzüntüsünü dile getirmeye çalışıyor. Sunucumuz o anda yiyecek ya da içeceği tadarak yarışmacıları daha da motive (!) ediyor.
Burada aklıma deve güreşleri geliyor hemen. Örneğin “Tülü” denen devenin güreşleri hâlâ akıllardadır bizim yörede. İki erkek devenin güreştirildiği bu güreşler öncesi, süslenen develer sokaklarda gezdirilerek reklamları yapılır. Sıra güreşe geldiğinde, ortaya çıkarılan iki rakip (deve) bazen güreşmek istemez. İşte o zaman devreye dişi deve girer. Sahanın ortasına çıkarılan dişi deve sayesinde erkekler arasında bir rekabetin ve sonunda güreşin başlaması beklenir. Genellikle başarılı da olunur. Böylece ağızlarında beyaz köpükler çıkararak kapışan iki devenin itiş kakışı izleyenleri galeyana getirir.
Burada da yiyecek, dişi devenin görevini üstleniyor. Sonuç: Yarışmacıları tutabilene aşk olsun! Yarışma sırasında sözle sataşmalar oluyor. Bazen de kişisel dokunma gerektiren oyunlarda, kaçınılmaz itiş kakışlar giderek sakatlıklara kadar uzanabiliyor. İncinen bilekler, kırılan burunlar, zorlanan boyunlar hatta belki de kırılabilecek ayaklar.
Her ne kadar “kavga gürültü ve itiş kakış”a izin verilmeyeceği söyleniyorsa da yarışmacılar nedense (!) buna uymayıp üstü kapalı olmasına çaba gösterseler bile birbirlerine hakaret ediyorlar. Bu sözlerin çoğu onur kırıcı ve kişiyi zedeleyici oluyor çünkü “döneklik, çıkarcılık” gibi aşağılayıcı sözcükler kullanılıyor. Günlük yaşamda olsa cinayete varabilecek hakaretler, üstü örtülmüş biçimde havada uçuşuyor. Tabii önceden izlenip daha sakıncalı olanlar yayın öncesi kesilip izleyiciye gösterilmediği için gerçekleri görme şansınız yok, ancak size izletilenle yetineceksiniz çaresiz.
Erlerin morallerini düzeltmek, yükseltmekle buradaki yarışmacıları birbirlerine bilemek arasında nasıl bir ilişki kurduğuma şaşıyorum aslında. İlki olumlu bir girişim çünkü onların kısa bir süreliğine de olsa kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyor. Buradaki ise gerilimi daha da artırıyor ve kişileri birbirine - neredeyse - düşman ediyor. Daha açık söylemek gerekirse morali düzelen askerler, bu duygu birliğiyle daha sıcak bir ortamda buluşur ve bir bakıma bir olurken buradaki yarışmacılar birbirlerinin kuyusunu kazmaya, onun sırtına binip yükselmeye çalışıyorlar.
Erlere moral vermek yerinde bir tutumken, yarışmacıları “bölüp yönetmek” ve izleyiciyi bu gerilimde taraf olmaya itmek tehlikeli bir oyun. Unutmamak gerekir, kazanmak için her şey - özellikle kişileri birbirine düşürmek - mubah (TDK: Dince yapılmasında sakınca olmayan, yapılması günah veya sevap olmayan) değildir.