Yağmurlu bir gece… Gök delinmiş. Sabaha kadar durmadan yağan bir yağmur, çakan şimşekler…


 
 
Yağmurlu bir gece… Gök delinmiş. Sabaha kadar durmadan yağan bir yağmur, çakan şimşekler… Ara ara kopan gümbürtülerden, yakınlara yıldırım düştüğü anlaşılıyor. Ertesi sabah her yer güllük gülistanlık… Sanki geceki cehennem, yerini cennete bırakmış. Hava güzel olunca insanların da yüzü gülüyor.
Evden çıkıp ekmek almağa giderken duyduğum ses dönerken de var. Eşim, “Sen gittikten sonra ben de duydum miyavlamayı.” diyor.
Ekmeği bırakıp tekrar bahçe kapısının dışına çıkıyorum. Uzaktan gelmiyor ara ara kesilip yeniden başlayan ses. Çok net de duyulmuyor, sanki kapalı bir yerden geliyor gibi.
Sağa sola, sonra karşı kaldırıma bakıyorum. Tek tek deneyerek yönünü saptamaya çalışıyorum. Demir bahçe kapısının tam önündeyim. Karşımda yol ve karşı kaldırım, arkamda kapalı bahçe kapısı, solumda fırına giden yol, sağımda karakoldan bize doğru uzanan yol. Çeşmealtı’nın, balık lokantalarının olduğu sahil yolunun bir arkasındaki işlek yolda evimiz.
Ses bir durup bir başlıyor ama sesin sahibi kesinlikle bir kedi yavrusu. Pek mutlu olmadığı belli. Acıya çalan bir ses tonu… Yakınma ve biraz da korku var gibi.
Sesin kaynağını bulmak için biraz ileri, biraz geri hareket edip eğiliyor, kalkıyorum. Bahçe kapısının yanındaki duvara monte edilmiş, su saatinin koruma kutusu var. Onun kapağını açıp bakıyorum, boş. Onu kapatıp yere eğiliyorum ve önümdeki arabamızın kaportasına elimi dayayıp yere eğiliyorum. Arabanın altında da kimse yok ama durup durup başlayan acı ses - boğuk da olsa - daha da yakından geliyor.
“Arabanın motorundan geliyor olmasın ses?” diyor eşim. Arabanın kaputunu açıyorum. Evet, orada. Motorun üstünde minicik bir kedi yavrusu… Belli ki geceki şiddetli yağmurda buraya sığınmış. Burnu kirli, çamurlu. Fare gibi… Islak ama her yavru gibi  korunmaya, bakıma muhtaç. Alayım diye elimi uzatıyorum, “Kıhh!” diye korkutmaya çalışıyor beni. Tırnaklarının ne denli keskin olduğunu iyi bildiğimden temkinli davranıyor ve geri çekilip kaputu kapatıyorum yavaşça. Belki sakinleşir.
“Dur,” diyor eşim “şurada senin kalın bahçe eldivenlerin vardı. Onları alıp geleyim.” Alıp gelince kaputu tekrar açıyorum. Bu kez kıhlayıp filtre kapağının üstüne çıkıyor. Ben dikkatini dağıtınca eşim tek hamleyle yakalıyor. Artık kucağında sayılır eşimin.
Bakkala koşup süt alıyorum. Küçük bir kaba süt, evdeki tuvalet kapısının yanına bir kap, içine biraz kum… Tabii şimdilik karşı inşaattan… Bir de leğen bulup içine bir havlu seriyoruz. İyice kuruluyor eşim ve yatağına bırakıyor.
Gidip kedi maması alıyorum yakındaki bir yerden. Ilıttığımız sütün içine biraz mama… Yumuşamaya başlayan kedi mamasını dişlemeye çalışıyor. Karnı doyunca da plastik leğenden oluşturduğumuz yatağa girip mırıldanmaya başlıyor. Su da koyuyoruz bir kaba. Bir ara kalkıp kuma gidiyor. Ooo, çok iyi! Annesi hiç olmazsa tuvalet eğitimini vermiş bu kısa sürede. Kumu eşeleyip açıyor ve çişini ediyor, sonra da minik patileriyle kapatıyor üstünü.
Karnı doydu, suyunu içti, çişini etti. Güvende şimdi. Anne kucağı yerine eşimin göğsüne yaslanıp gözlerini yumuyor. Geceki korkulu anlardan sonra güvenli bir limana sığındı, artık uyuyabilir.
Göz göze gelip bakışlarla anlaşarak onu sahiplenmenin kaçınılmaz olduğu noktasında anlaşıyoruz. Bir sonraki adım “Adı ne olmalı?” O sıralar Gezi Olayları başlamış. Her gece evimizin önünden tencereli tavalı, düdük çalan kalabalıklar geçiyor. Biz de hemen bahçe kapısına koşup demir kapıya yaslanarak onlara destek oluyoruz kucağımızdaki “Çarşı”yla.
Ertesi gün, hemen 8 kilometre mesafedeki Urla’ya, veterinere götürüyoruz Çarşı’yı. Kaydını alan görevli kız onu kucağımızdan alıp odaya giriyor. Veteriner, aşısını yapıyor. Sprey sıkılıyor ve üstüne üşüşen ama sprey sonrası dökülen asalaklardan kurtuluyor.
Görevli kız kimliğini hazırlıyor ve bize uzatırken “Yazdığım tarihte getirin de Çarşaf’ın diğer aşılarını yapalım.” diyor. İkimiz de kahkahayı basıyoruz: “Ne çarşafı? Çarşı o, hani şu gezideki Çarşı!”
Arabamıza atlayıp kucağımızdaki Çarşı’mızla yuvamıza dönerken, yaşama güvenle bakmaya başlayan on günlük kızımızla yaşamı daha da çok sevmeye başladığımızı duyumsuyoruz:
Aileye hoş geldin Çarşı!