Hepimizin annesi ev hanımıydı...

Evde çalışan sadece babalarımızdı, onlarda kimisi çiftçi, kimisi esnaf, kimisi de serbest meslek sahibiydi...
Annelerimiz aza kanaat eder, çoğa göz dikmezlerdi, azıcık aşım kaygısız başım diye düşünüp, nohut oda bakla sofa evlerimizde günlerini, yıllarını en önemlisi de ömürlerini geçirirlerdi...
Zaten günlerinin çoğu el ve beden gücüyle ev işi yapmakla, çocuk büyütmekle geçtiği için o ömrün nasıl geçtiğini bir çoğu anlamazdı bile...
Tek lüksleri misafir ağırlamak, komşu gezmesine gitmekti bir çoğunun...
Çat kapı gidilen komşular, müsaitseniz bir kahve içmeye geleceğim diyen arkadaşları iyi ki vardılar...
Uzun kış gecelerinde edilen koyu ve hoş sohbetler eşliğinde içilen çaylar, sobanın üzerinde misler gibi koku yayan mandalina kabukları, yazın sıcağında içilen serin kompostolar, yenen meyveler hayatın tuzu biberi değilde neyiydi acaba...
Bir çoğu bahçeli evlerde etrafta oynayan çocuk sesleri, serin ağaç gölgeleri
insanın ömrüne ömür, canına can katmazdı da ne olurdu acaba...
Uzun yıllar geçip de o çocuklar büyüyüp kendileri birer anne, baba olunca, o cefakar, vefakar ebeveynler birer birer aramızdan ayrılınca insanın eski günleri yad edip burnunun direği sızlayınca işte böyle değişik duygusal durumlar oluşabiliyor ister istemez a dostlar...
Kursağımızda ekmeği olan insanların, evinin önünde evcilik oynadığımız teyzelerin, amcaların bir bir aramızdan ayrıldığını görüp duyunca insanın boğazına koca bir yumru oturmaz mı sevgili dostlar...
Ve fonda sevgili Mirkelam-Hatıralar çalıp "Geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam, sonra üzülsem, üzüldüğüme üzülsemmmmm"
diye mırıldanarak etrafta dolanmak...
Ah ah, ah ki ne ah...
Çocukluğumun sayfalarından kopan birer yaprak gibi her hatıra...
Bazen mutlu bazen hüzünlü...
Bugün de böyle olsun dostlar, kendinize çok güzel davranın olur mu...
Sevgiyle kalın hoş kalın efendim,
güzellikler peşinizi bırakmasın inşallah...