Bu hikayeyi çok severim. Ne zaman okusam içim bir garip olur.


Bu hikayeyi çok severim. Ne zaman okusam içim bir garip olur. Yaşanan bunca zalimliğin, acımasızlığın, vurdumduymazlığın, vefasızlığın, had bilmezliğin, sevgisizliğin, mutlaka bir bedeli olmalı diye düşünüyorum. Amma bu dünyada amma ahiret yurdunda...
Bu hikaye bana hep bu duyguları çağrıştırıyor.
Bir kez daha sizinle birlikte okuyalım isterseniz...
 
Vaktiyle bir derviş berbere gidip: - Vur usturayı berber efendi, der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Tam bir tarafı bitirip usturayı diğer yana vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
'Dövene elsiz, sövene dilsiz' olan, halktan gelen her şeyin Hak'tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder dervişle. Kabak aşağı, kabak yukarı!
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz bir kaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı, başı taşlara vura vura can verir. Berber dervişe bakar, sorar:
- Bu ceza biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, bu kabağın da bir sahibi var. Eğer o gücendiyse, bilemem. Alıntıdır…
Hoş kalın efendim sevgiyle sağlıcakla mutlulukla kalın.