Bigalı dört yazarın Çanakkale ve Biga ile ilgili yazdıkları yazıların İbrahim Dizman'ın derlemesiyle bir araya geldiği Suyun ve Rüzgarın Şehri Çanakkale kitabı 2020 yılında raflardaki yerini almıştı. Biga Araştırmaları Merkezi (BİGAM) kitabın yazarları ile söyleşi düzenleyerek, kitapta yer alan konulara değindi.
 
Biga Araştırmaları Merkezi (BİGAM)’ın online olarak düzenlediği söyleşide İletişim Yayınlarından çıkan Suyun ve Rüzgarın Şehri Çanakkale kitabında yazıları olan dört Bigalı yazar, kitapta bulunan yazıları hakkında detaylı bilgi verdi. İlk önce yazılarında kendi köyü başta olmak üzere, çevredeki köyle ile Biga’nın tarımına dikkatleri çektiğinden bahseden Sadettin Onay “Çanakkale’yi yazmak, Biga’yı yazmak hele de köyümü yazmak, okurlara sunabilmek benim için gurur tablosu. Özellikle bunun için çok teşekkür ediyorum. Bu Çanakkale kitabı tamamen yaşamımız ile ilgili olduğu için ince eleyip sık dokumaya çalıştım. Köyümüzden örnekler verdim çünkü bizim köyün bölgesindeki diğer köylerle de aşağı yukarı aynı yerlerden geldiğimiz için benim köyüm bir kılavuz görevi taşıdı. Ben tarımla uğraşıyorum ve köy çocuğuyum. Yazarken, 30-40 yıl öncesine bakarak bugünkü geldiğimiz durumu da yansıtmaya çalıştım. Çevremizde tarım gitgide bitiyor. Ben bunlara değindim. Hatta termik santraller ile ilgili de yazdım. Köydeki eski düğünleri anlattım. Yıllar öncesinden Çanakkale domatesi marka olurken hangi domates olduğunu ve bugün hangi domatesin Çanakkale domatesi olarak satıldığını anlattım. Benim köyümün ünlü kavunundan bahsettim. Bu bölgeler bizim topraklarımız. Topraklarımız satılıyor, kime satılıyor bilmiyoruz. Benim yazımda daha çok bu bölgedeki tarımla, yemek kültürü gibi şeyleri anlattım” şeklinde konuştu.
 
“BİZİM KÖYLERDEKİ DÜĞÜNLERİN OLMAZSA OLMAZIDIR”
Rumeli göçmenlerden kurulan köyünü ve çevredeki köylerin yemek kültürlerinden, geleneklerinden bahseden Saadettin Onay, “Bulgaristan’dan gelirken bazı gelenek ve görenekler buraya gelmişler. Bunların içinde bizim en ünlü yemeklerimizden bir tanesi hacer aşı yemeğimiz vardır. Hatta bizim köylerdeki düğünlerin olmazsa olmazıdır. Son yıllarda köy hayırları deniliyor, biz cemiyet diyorduk. Orada yapılıyordu bu yemek. Bulgur, sarımsak ve birtakım acılar katılarak yapılıyor. Ayrıca Cemal oyunundan bahsettik. Çok ilginç bir oyun. Bulgaristan’dan gelmiş hatta oraya da Orta Asya’dan geldiği tahmin ediliyor” diyerek kitaptaki yazıları hakkında bilgi verdi.
 
“ANTİK DÖNEME BİR YOLCULUK YAPTIM”
Ardından bisiklet ile Parion, Assos bölgesini gezen Dr. Ahmet Zeren ise, bu gezilerindeki izlenimlerini kitapta aktardığını belirtti. Zeren, “Böyle bir şey yapabileceğimi, yazabileceğimi açıkçası hiç düşünmemiştim. Ufak tefek yazılarım olmuştu ama bu şekilde disiplinle yazabilmeyi deneyimle şansım oldu. Yazımın başında da bahsettiğim gibi, hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki, günümüzdeki hızlı yaşam içerisinde o kadar fazla şeyi ıskalıyoruz ki ben bisikleti bu yüzden tercih ediyorum. Bisiklet aslında hayatı yavaşlatan, yavaşlattığı için de farkındalığımızı arttıran bir araç bizim için. O yüzden ben bisikleti tercih ettim. Bu kitaba katkı yaparken de bisiklet üstünde antik dönemden bugüne izleri sürmeye çalıştım. Bölgeyi daha önceden bisikletle gezmiştim. Böyle bir konu geldiği zaman bunu tekrar yaşamak ve yaşatmak istedim. Kafamda her şeyi sıfırlayarak tamamen antik döneme bir yolculuk yaptım. İnsanlara bunu anlatmaya çalıştım” ifadelerini kullandı.
 
“ANTİK DÖNEMDE YAPILAN MÜCADELE İLE BU DÖNEMDE YAPILAN MÜCADELE HEP AYNI”
3 gün boyunca 200 kilometreye yakın pedal çeviren Zeren, fark ettiklerini ise şu şekilde belirtti: “Çanakkale’nin doğası her geçen gün yok olmakta. Biga çevresinde çok ciddi anlamda yapılan termik santral yatırımları, buranın doğasına oldukça zarar vermekte. Biz aslında günümüzde bu toprakların değersizleştirildiğini ve basitleştirildiğini, sıradanlaştırılarak anlatıldığını görüyoruz. Halbuki bu topraklar o kadar değerli ki… Antik dönemden itibaren buradaki toprakların ne kadar üretken ne kadar yaratıcı ve insanlara ne kadar katkı sağladığını o kadar net görüyoruz ki… Bu unutturulan şeyleri tekrar insanlara anımsatmak anlamında bu yazının bir faydası olabileceğini düşünüyorum. Biz bunu Poliksanna belgeselini yaparken de görmüştük. Antik dönemden bugüne,  zamanlar, kültürler, ülkeler değişse de bazı değerlerin değişmediğini görmüştük. Ben de bundan ilham alarak, bunu tekrar okuyuculara anlatarak bu bölgenin aslında ne kadar değerli olduğunu özel bir bölge olduğunu anlatmaya çalıştım. Bir de Troya Assos arasındaki rotayı ben uzun zamandır takip ediyorum ve bu anlamda Çanakkale Valiliği’nin ve Troya Vakfı’nın çok güzel çalışmaları vardı ve bunu ilk yapan bisikletçi olma şerefine nail oldum ve o rotayı gerçekleştirdim. O rota üzerindeki antik dönemin izlerini sürerek, okuyucularımıza anlatmaya çalıştım. Geçmişten bugüne aslında insanoğlunun zaman geçse de sorunlarının çok değişmediğini, aynı şeylerle mücadele ettiğini görebilmek gibi bir sonuca da vardım. Yazdıktan sonra fark ettim ki, aslında hiçbir şey değişmiyor. Antik dönemde yapılan mücadele ile bu dönemde yapılan mücadele hep aynı. İyi ve kötünün mücadelesi asla bitmiyor. Bunu çok net bir şekilde gördüm. Umarım bunu da iyi anlatabilmişimdir.”
 
“ANNEANNEM BALKAN SAVAŞLARINI VE 1. DÜNYA SAVAŞI’NI ÇOK NET HATIRLIYORDU”
Çanakkale Savaşı’nı konu alan yazıları ile kitapta yer alan İsmail Şen ise, “Çanakkale Savaşı’nın bendeki izlerini yazayım dedim. Ama bendeki izleri aslında daha enteresan oldu çünkü savaşın insanı nasıl etkilediğine dair bilgilere anneannemden ve babamdan öğrenmişim. Bir yerde duruyormuş bu bilgiler, bu sayede çıktılar. Anneannem 1880 doğumluydu. Annem onun sonun son çocuğuydu ve çok geç doğurmuş. Bu yüzden yaşlı bir anneanneye sahibim. Bu yüzden Balkan Savaşlarını ve 1. Dünya Savaşı’nı Biga’da yaşadığından çok net hatırlıyordu. Masal anlat dediğimde bana bunları anlatıyordu ve anlattıkları benzer şeyler olduğu için pekişiyordu. Tekrar tekrar dinlemekten zevk alıyordum. Biga’nın Çanakkale Savaşlarındaki hayatı ile ilgili anlattıklarından aklımda kalanları zaten yazıya yazdım ama beni en çok şaşırtan şey, toplar atılmaya başladığında Biga’daki camların zıngırdamaya başlaması, duvarların titremesi… Bunun nasıl mümkün olacağını anlamıyordum çünkü Çanakkale’ye gitmeye kalktığımızda bana çok uzak geliyordu. Meğer o sesler Boğaz’ın girişinden geliyormuş hatta Saroz Körfezi’nden yapılan bombardımandan söz ediyormuş sonradan öğrendim. Annemin babasının, yani dedemin iki kere Çanakkale Savaşı’na gittiğini anlatırdı. Benim tahminim; birincisi deniz savaşlarının başlangıcıydı, ikincisi ise kara savaşlarının yoğunlaştığında olmalı. Dedem de o dönemlerde yaşlı olduğu için geri hizmetteymiş. Zaten aynı zamanda helvacıdır, mutfakta çalışıyormuş. Onun da eşine anlattıklarını aktardım. Anneannemin bir de şöyle bir huyu vardı; çok çocuk doğurmuş, ben 3 çocuğunu biliyorum. Bir gün başka bir çocuktan bahsederken, ‘Anneanne senin kaç çocuğun vardı’ diye sorduğumda hesabı toparlayamadı ama 17-18 tane dedi. İşte bu çocukların ölümleri kimi bebeklikte, kimi 3-4 yaşlarında olmuş. Ölümleri hep milattı onun için onları da yazdım. Annemin babası da, babamın babası da Çanakkale’ye gidip savaşmışlar. Onlardan kalmış olan hatıraları aktarayım dedim” dedi.
 
‘Suyun ve Rüzgarın Şehri Çanakkale’ kitabının tanıtım yazısı ise şu şekilde; adı bir simge, bir mecaz olmuş bir “yer”… Antikçağ’ın müstesna “olay mahallerinden” biri… 20. yüzyılın en büyük, en kıyıcı muharebelerinden birinin mekânı… Tahtacı Türkmenlerden Yörüklere, Romanlara, Pomaklara, Rumlara, Yahudilere; nice kültürel renk ve deneyim biriktirmiş bir geçiş bölgesi… Denizcilik kültürü, klarnetli davullu neşesi, bağcılığı-şarapçılığı… Yerel siyasetin ve sivil toplum hareketinin tarihi… Kaz Dağları başta olmak üzere, doğayı tehdit eden ekolojik belalar ve belalara yol açan yeni “Truva atları”… En az Çanakkale kadar renkli, canlı, zengin bir kitap. İbrahim Dizman’ın derlemesinde Bülent Akgezer, Kasım Akın, Rüstem Aslan, Sitem Atefl, Duygu Baflkan, Seyhan Boztepe, Alaattin Canbay, Nurduran Duman, İsmail Erten, Aggelos Frantziz, Ülgür Gökhan, Naci Hasanefendi, Sami Kumru, İrfan Mutluay, Sadettin Onay, Sema Öztürk, Fecri Polat, İpek Sakarya, İsmail Fen, Ali Uyanık, Yorgos Zarbuzanis ve Ahmet Zeren’in katkıları yer alıyor.

Gizem Tuğçe BAYHAN