Gündem

Dumlupınar Denizaltısının detaylarını konuşarak, şehitleri andılar

Dumlupınar Denizaltısı faciasının yıldönümünde, ünlü Yazar Sunay Akın ve  ‘Son Söz: Vatan Sağolsun’ isimli belgeseli hazırlayan Savaş Karakaş, Instagram üzerinde yaptıkları canlı yayın söyleşisinde, Dumlupınar Denizaltısı olayı hakkındaki tarihi gerçekleri konuştu.

1953 yılı 4 Nisan günü NATO manevralarından dönerken Çanakkale Boğazı’nda Naboland adlı İsveç gemisiyle çarpışarak batan Türk Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Dumlupınar Denizaltısı, ünlü Yazar Sunay Akın ve  ‘Son Söz: Vatan Sağolsun’ isimli belgeseli hazırlayan Savaş Karakaş tarafından anıldı.
 
Sunay Akın ile beraber yaptıkları söyleşide araştırmaları sonucunda Dumlupınar Denizaltısı’na ait öğrendiği tarihi gerçekleri anlatan Savaş Karakaş, yaşanan olayları detaylandırarak bilgi verdi. Sunay Akın’ın “Günümüzden 67 yıl önce 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece Çanakkale’de Naboland adlı  İsveç bandıralı şileple çarpışarak ne yazık ki Çanakkale Boğazı’nda kaybettik Dumlupınar Denizaltımızı…” diyerek başlayan söyleşide, Araştırmacı ve Belgeselci Savaş Karakaş, Dumlupınar Denizaltısı ile tanışmasını ve bu araştırmaları sürecince edindiği bilgileri Sunay Akın’ın soruları üzerinden anlattı.
 
2003 yılında ilk defa Dumlupınar enkazına gittiğini söyleyen Savaş Karakaş, “Sivil dalış ekibi olarak, şehitlerimize yaptıkları çelik tabutun içerisinde ziyaret ettik. O dönemde sağ olan son tanıklar ile buluştuk. Gerçeklerin 50 sene sonra konuşulmasını talep edenler vardı. Aileler soruların cevaplarını hiçbir zaman almamışlardı” dedi.
 
“YOSUNLU BATIKLAR BANA DEDEMLE BİR BAĞ OLUŞTURUYORDU”
Karakaş, Dumlupınar belgeseli öncesinde tanışma hikayesini anlatarak, “Adım Savaş, Çanakkale Savaşı’ndan geliyor. Dedemin hatıratında bu savaşta çektikleri sıkıntılar, acılar çok detaylı olarak yazılmış. Dedem de zaten bunlar unutulmasın diye benim adımı Savaş koymuş. Dedemin elini tekrar tutabilmek için kendimi Çanakkale batıklarında buldum çünkü üzeri yosunlu batıklar bana dedemle bir bağ oluşturuyordu. Bu dalışlarda birçok sıkıntılar yaşadık ve bu sıkıntılar, denizin derinliklerinde hayatını kaybeden insanları düşünmememin ve onların hikayesini anlatmaya dair bir duygu oluşturdu. Çanakkale batıklarına dalarken Nara Burnu’ndaki Dumlupınar Denizaltısı’na kayıtsız kalamazdım. 2003 yılında ben Çanakkale batıklarını araştırmalarını tamamlamıştım ve 2003 yılında Dumlupınar’ın batışının 50.yılında Dumlupınar ile ilgili araştırma yapmak üzere kolları sıvadım” diye anlattı.
 
“BATIKLARA TAKILMADAN İLERLEYECEKSİNİZ”
Dumlupınar Denizaltısı’nın olayının araştırmaları doğrultusunda Savaş Karakaş, edindiği bilgileri şu şekilde anlattı:
“Ege’de katıldığı ‘Mavi Deniz’ tatbikatından geliyordu, bir NATO tatbikatıydı ve çok da başarılı geçmişti. Övgüleri aldıktan sonra da günlerce görevde olmanın yorgunluğu ile üslerinin yolunu tuttular. Üsleri Gölcük’teydi. Çanakkale Boğazı’ndan içeri giriyorlar ve gece yarısını geçen saatlerde yavaş yavaş Marmara’ya girecekler ve üsse dönecekler. Burada geminin komutanı Kıdemli Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu. Bu tatbikata katılan iki denizaltıydılar. İki deniz altınında bu tatbikatta komutanlığını yapan, yani Filo Komutanı Komodor Hakkı Burak ve Deniz Kuvvetlerinin gelecekteki komutanı olarak düşünülen biri. Bu denizaltının içerisindeydi o da. Yani Sabri Çelebioğlu, Komodor Hakkı Burak var ve Gölcük’e gidiyorlar. Ama kaza anında geminin belirli vardiyalarda nöbetlerini tutan komutanlar oluyor. Çanakkale Boğazı’ndan geçilirken geminin idaresi Hasan Yumuk’taydı. Gemi komutanı onlara bir vazife veriyor, ‘gemiyi Çanakkale Boğazı’ndan geçireceksiniz, Nara Burnu’ndan dönecek ve Marmara’ya açılacaksınız. Nara Burnu, 1.Dünya Savaşı’nda batan gemilerle dolu bir gemi mezarlığıdır. Çok fazla yaklaşmayacaksınız, burada var olan batıklara takılmadan ilerleyeceksiniz’ diyor. Sabri Çelebioğlu, emir komutayı Üstteğmen Hasan Yumuk’a vermiş ve ilerliyorlar.”
 
“ ‘SANCAK 15’ EMRİ VERİLİYOR”
“Boğazlardan geçişte ve gece seyirlerinde, denizaltının kulesi ve kendisi suyun üstünde olur. Gemi gibi gider. Burada önemli olan şey de, gemiyi kullananlar da kuledeler. Yelken denilen denizaltının üstündeki boru gibi çıkıntının üstündeler. Dönme noktası Nara Burnu olacak. Çok kıyıya gelmemeleri emredilmiş ama daha Nara Burnuna gelinmeden önce bir ‘Sancak 15’ emri veriliyor. Denizaltının üstündekiler Naboland gemisini görüyorlar. İki tane gözcü var orada. O da dönüp aşağıya inecek. O geminin yolundan kaçınmak için sancağa doğru 15 derece yanaşıyor. Şimdi burası dönüş noktası olmadığı için sancağa doğru girdikleri zaman önlerinde Nara Burnu var. Buradaki sığlığa oturmak veya buradaki bir batığa çarpma tehlikesi olacak. Herkes diyor ki ‘biz erken dönüş yaptık, karaya doğru gidiyoruz’. Halbuki karaya doğru gitmiyorlar, yol kesmişler, yukarıdan hızla inen gemiye yol veriyorlar. Kendilerini emniyete almışlar, kenara doğru çekilmişler.”
 
“O esnada gemi komutanı Sabri Çelebioğlu, bu emrin verildiğini duyunca yukarı çıkıyor direkt olayın ne olduğunu anlamadan ‘iskele alabanda’ emri veriyor yani sağa kırılmış olan gemiyi komple sola doğru kırmak. Ama yukarıdan aşağı doğru gemi geliyor, denizaltının döndüğü taraf gemiye yol vermek için kaçındıkları yer. Döndükleri anda yukarıdan da aşağı gelen akıntıyla, geminin hızı çok daha fazla. Maalesef bu esnada Hasan Yumuk, 15 derece emrini vermiş kişi, Sabri Çelebioğlu ondan daha üst rütbeli olduğu için kenara çekiliyor ve ‘ben gemiyi gördüm, böyle bir emir verdim’ demiyor, ona müdahale etmek istemiyor, gemi Sabri Çelebioğlu’nun gemisi. Burada bir ast-üst ilişkisi ve emir komuta zinciri de var. Kendi emrini savunmuyor ve maalesef o anda oradaki diğer personeller gelen gemiyi ve önünden geçemeyeceklerini söylüyor. O zaman önünden geçip karşıya atlayamayacaklarını anladıkları zaman, bu defada deniz altından geçmeye çalışıyor. Yukarıdan aşağı gelen geminin önünde, bizim denizaltı bir ileri gidiyor sonra da geri çekilmeye çalışıyor. Tam o esnada sancak baş omuzu burun kısmından Naboland giriyor.”
 
“BELGESELİ ÇEKERKEN SADECE 3 TANESİ HAYATTAYDI”
“O anda Naboland, Dumlupınar’ı altına alıyor, çiğniyor. Bütün bu kuledekiler, toplam 8 kişi, denize dökülüyor. Geri kalan denizaltının içinde, toplam mürettebat sayısı 86. Kuledeki 8 kişiden ikisi maalesef geminin pervanelerinde hayatlarını kaybediyor. Bir kişi başına aldığı darbe ile şehir oluyor. 5 kişi ise akıntıyla sürüklenirken Naboland tarafından kurtarılıyorlar. Sabri Çelebioğlu, Hasan Yumuk, Hüseyin İnkaya, Hüseyin Akış ve Kemal Ünver. Ben bu kişilerin üçü ile görüştüm. Belgeseli çekerken sadece 3 tanesi hayattaydı. İki seyir astsubayı ile bir araya geldik.”
 
“KAYITLARA GEÇEN İKİ TANE KONUŞMA VAR”
“Gece karanlığında denizaltının içerisinde kıç torpido dairesindekiler, hayatta kalmayı başarabilenler, saat gece 02.15’te bu kaza oldu ve gemi battı fakat onlar günün ışımasını bekleyip, yukarıya bir battı şamandırası gönderdiler. Bir telefon kablosu ile gemiye bağlı. 185 metrelik bir kablo bu ve denizin üstünde Dumlupınar’ın yerini işaret etti. Kurtaran gemisi Gölcük’te. Sabahın erken saatlerinde bu şamandıra balıkçılar tarafından bulundu. Çanakkale Deniz Komutanı Albay Zeki Adar, Gümrük Memuru Selim Yoludüz bölgeye geliyorlar. Gece kurtulan 5 kişi hastaneye getirildiler. Şamandıranın içindeki ahizeyle bağlantı kuruyorlar. Kayıtlara geçen iki tane konuşma var. Bu konuşmayı Selim Yoludüz bize anlattı. İlk konuşma aşağıdan Selami Özben açıyor, o da muhtemelen en üst rütbeli kişi. Selim Yoludüz, ‘Nara’dasınız, battınız, Zeki Adar burada, biz geldik’ diyor ve Zeki Adar moral verici bir konuşma yapıyor, ‘sizi kurtaracağız’ diyor ve aşağıdakiler ‘Evet efendim, vatan sağ olsun’ diyorlar. Bu konuşmanın kaydı yok ama bu tanıkların anlattığı bir şey. İlk konuşma böyle. Raşit Metel, bizim denizaltı tarihçimiz, iki tane konuşmayı kayıt altına alıyor. Bunlar da Dumlupınar Denizaltısı’ndaki Selami Özben ile ve oraya gelen İnönü Denizaltısı’nın komutanı Üstteğmen Suat Tezcan. Suat Tezcan oraya geliyor ve hemen şamandıranın yanına gelip ahizeyi alıyor ve aşağıya sesleniyor; ‘Alo Dumlu, Ben Üstteğmen Suat’, ‘Efendim ben Selami’, ’Selami nasılsınız, biz geldik, şimdi bana durumu anlat’, ‘Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı, bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik, şimdi manevra dairesi su ile dolu’, ‘Kaç kişisiniz orada?’, ‘22 kişiyiz’, ‘Diğer dairelerle irtibatınız var mı?’, ‘Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar.’ Şimdi bunlar kıç torpido dairesinde, bunlara bitişik olan daire kıç batarya dairesi. ‘ 'Kurtaran' geldi biz buradayız’. Ama esasında ‘Kurtaran’ hala yok, neden? Şamandıra bulundu sabah saatlerinde ve ‘Kurtaran’ a haber verildi, yola çıktı, geliyor. ‘Kurtaran’ ın Çanakkale’ye gelmesi batıştan 10 saat 25 dakika sonra. Yaklaşık bir yarım güne tekabül eden bir zaman boyunca burada kurtarma çalışmasına dair bir şey yapılmıyor.”
 
“ ‘KURTARAN’DAN BAŞKA O DERİNLİĞE KİMSE ULAŞAMAZ”
“Bu konuşmanın devamında ‘Efendim manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?’, ‘Selami Kurtaran geldi şimdi kurtarma işine başlanıyor, ben biraz sonra yine gelirim’ sözü esasında hem denizaltındakilerin ruh halini hem de yukarıdakilerin çaresizliğini anlatıyor. Yani ‘Kurtaran’dan başka o derinliğe kimse ulaşamaz. Ama aşağıdakilerdeki duygu bu. Bu derinlikten kurtulabilir miyiz, kurtulamaz mıyız? Hangi daireden olursa ol, düşünce bu. ‘Kurtaran’ gelme anına yakın bir konuşma kaydı daha var. İkinci kayıtta geçen konuşmada, Suat Tezcan moral vermek için, çocukların durumu ne diye. Raşit Metel, Türk Denizaltıcılık Tarihi’nde bu konuşmayı şöyle yazmış; ‘yukarıdan aşağıya sesleniliyor; ‘Alo, Dumlu’, ‘Selami nasılsınız’, ‘Efendim hava biraz fenalaştı’, ‘Morallerinizi bozmayın. O hava size daha 2 gün yeter. Sen çocukları yatır. Sigara içmeyin’, ‘Yok efendim, hepsi yatıyor. Sigara da içmiyoruz. Işık da yok. Karanlıktayız’, ‘İhtiyaç lambalarını kullanmayın, ileride lazım olacak’, ‘Kullanmıyoruz zaten. Birinin ışığı çok zayıfladı.’ Şimdi denizaltının içindeki hava bu, ağırlaşmış bir hava var. Yukarıdakiler moral vermeye çalışıyor. Fenerle yolunuzu bulacaksınız, hem enerjinizi hem havanızı saklayın. ‘Kurtaran’ dan başka da şansları kalmamış.”
 
“NE KADAR BİRBİRLERİ İÇİN CANINI VERMEYE HAZIR İNSANLAR”
“ ‘Kurtaran’ gemisi geldi ve denizaltının şamandırasının yanına geldi. Dört noktadan gemiyi sabitliyorlar. Şimdi de denizaltı altımızda diyerek, dalışlara başlayacaklar. Bu dalış ile ilgili olan çalışmalarda dalgıç astsubayla yıllar sonra bir araya geldik, Yılmaz Süsen. Dumlupınar’a dalmadan önce bakılması lazım. Kablonun eğiminin dikkate alınarak denizaltının yerinin belirlenip dalış yapması lazım ama bu dik hale getirilecek bir kablo değil. Bu yüzden yukarıdaki kurtarma gemisini denizaltının üstüne kaydırıp bu esnada bu kabloyu toplamak istiyorlar ama bu anda kabloların birbirine dolaşması ve özellikle dört noktadan atılan demirler var. Oradaki demirlerden bir tanesinin çapariz olması yüzünden bir halatı kesmek zorunda kalıyorlar. Kesilen halat anında şamandıranın kablosuna vuruyor ve koparıyor. Bir anda bakıyorlar ki Dumlupınar’ın yerini gösteren şamandıra akıntıyla aşağıya doğru gidiyor. Burada Dumlupınar’ın yerini kaybediyorlar. Dalgıcı suyu indirseniz nereye inecek? Şamandıra ve o ip bir kılavuzdu. Dalgıcın inmesi gereken yeri gösteriyordu. Bu şamandıranın kablosunun diğer ucu denizaltının kurtarma kaportasının yanındadır. Yani dalgıç buna tutunarak aşağı indiği zaman açması gereken kapağı görüyor ve o kapak açıldıktan sonra içerideki kazazedeleri kurtarabiliyor. Kablonun kopması ile beraber aşağısı ile konuşma bitiyor. Başka konuşmalara geçen hiçbir konuşma yok. Ama bundan sonra ’sigaraları için’ tarzı bir konuşma yok. Şamandıra kopmadan önce yapılan tüm girişimlerde aşağıdan sadece iniltiler, dualar, insanların yaşadığı trajediyi yansıtan sesle duyuluyor ve maalesef ‘Kurtaran’ 10 saat 25 dakika sonra noktaya geliyor ve yaklaşık 25 saat sonra, tam bir gün sonra denizaltının üstünde konuşlanıp, ameliyeye başlayabiliyor. Şamandıranın kopması çok büyük moral bozukluğu da yaratıyor kurtarma ekibinde de. Oradaki ne kadar görev bilincine, vatan sevgisine, ne kadar birbirlerine bağlı, ne kadar birbirleri için canını vermeye hazır insanlar… Belki de almamız gereken ders bu, görmemiz gereken şey bu.”
 
Gizem Tuğçe BAYHAN