Geçen gün yine durakta otobüs bekliyorum her zamanki gibi.

Geçen gün yine durakta otobüs bekliyorum her zamanki gibi.
Panoda yaklaşan otobüsler ve güzergahları yazıyor.
Panoda Ç1 H.Elbi Yurdu 1
Yazınca durakta bekleyen bir bey yanındaki kişiye o nasıl bir isim öyle yurt ismi mi olur gibi cümleler kurdu.
Anlamını ben biliyordum ve onada dilim döndüğünce anlatmak istedim Safiye Hüseyin Elbi nin ilk hemşiremiz olduğunu söylemek istedim. Fakat çekindim ters bir tepkiyle karşılaşırım diye.
Bende nacizane buradan paylaşmak istedim.
Az sonra okuyacağınız yazı site sahiplerinin affına sığınarak tarihtarih.com dan alıntıdır...
Safiye Hüseyin Elbi / Ahmet Özgür Türen
Çanakkale'de binlerce kahraman, şehit ve gazi askerlerimizin yanı sıra, onların yanında omuz omuza hizmet veren kahraman kadınlarımız da vardı.
Hemşireler...
Onları anmadan gerçekleşen bir Çanakkale anlatımı, hiçbir zaman tam olmaz.
Ama özellikle biri var ki… Okunmalı, okutulmalı.
Adına hastaneler inşa edilmeli.
Atatürk ile aynı sene doğan Safiye Hüseyin Elbi. İlk hemşiremiz...
Dedesi, Florance Nightingale'i Kırım'a götüren geminin personeliydi. Babası Ahmet Paşa, İngiltere'de Deniz Ataşeliği görevinde bulunmuştu. Kızına, Florance Nightingale'den sık sık bahsederdi. Onun elini öpme fırsatı bile yakalamıştı. Kendisine hayranlığı, resmini evinin oturma odasına asacak derecedeydi.(1) Safiye Elbi, kendi yazdığı hayat hikayesinde şöyle diyordu:
''Çocuk, büyüklerinden gördüğünü taklit eder. Hastaya şefkati, merhameti ailemde görerek büyümüştüm. Florance Nigthingale'in resminin karşısına geçer, takdirle hayranlıkla bakar, insanlığın o yüksek mertebesine ulaşabilmenin ne büyük bir saadet olduğunu düşünürdüm.''(2) Safiye Elbi, işte o anlarda gelecekte ne olacağına karar vermişti.
Babası Ahmet Paşa, onun için büyük şanstı. Safiye'nin kara çarşafın daracık penceresinden dünyaya bakmasını istemiyordu. Onu da beraberinde Avrupa'ya götürdü. Kızının eğitimine önem verdi. Fransızca ve İngilizce öğrenmesini sağladı. Müzeleri ve sergileri gezdirdi. Safiye ile gurur duyuyordu.
Hatta bir keresinde Ahmet Paşa, Londra'da bir otelde kendisini ziyarete gelen  elçilik görevlilerine, kızı Safiye'den övgüyle bahsedecek ve misafirlerinin onu test etmesini söyleyecektir. Elçilik görevlileri, Safiye'ye Türkçe, Fransızca ve İngilizce yazı yazdırırlar. Ne ilginçtir ki ertesi gün Ahmet Paşa bu olayı gazetede okur. Bir yazar, Safiye'yi köşesine taşımıştır. Başlık şudur: ''Harika Türk Kızı''. Çünkü bu imtihana otelde şahit olanlar arasında gazetenin o yazarı da vardır. (3)
Hemşireliğin Türkiye'de Ortaya Çıkışı
1907 yılında Londra'daki Kızılhaç Kongresi'ne katılan Dr.Besim Ömer Paşa burada ünlü hemşire Florance Nightingale ile tanışır. Hemşirelik hakkında kendisinden bilgiler alır. Daha sonra ise Amerika'daki bir sağlık kongresine katılan Dr.Besim Ömer Paşa ve Dr.Nihat Reşat Bey, burada hemşireliğin doktorluktan ayrı bir meslek olduğunu görürler. Yurda dönüşlerinde Kızılay'ı uyararak Hemşirelik okulunun açılmasının zorunlu olduğunu belirtirler.(4) Bunun üzerine Kızılay, İstanbul'da ve Bursa'da 6 ay süreli hasta bakıcılık kursu düzenler. Bu kurslara, zengin ve kültürlü ailelere mensup kadınlar dahi başvurur. Hemşireliğin temelleri böylelikle atılmış olur.
Safiye Hanım Balkan Savaşı'nda
1913-14 yıllarında İstanbul'daki üniversitede açılan kursu bitiren Safiye hanım, Balkan Savaşları sırasında gönüllü hasta bakıcı olarak yer alır. Dr.Besim Ömer Paşa tarafından, ağır yaralıların tedavi edildiği Asar-ı Atika Müzesi Hastanesi'nde görevlendirilen Safiye Hanım, Balkan Harbi sırasında yaşadığı zorlukları şöyle ifade eder:
''Petrol lambalarıyla, fenerleriyle gecenin birine ikisine kadar hastalara pansuman yapıp yataklarına yatırırdık. İcabında ameliyatlar da yapılırdı. Aylarca böyle çalıştım. Henüz dinlenmeye fırsat bulmadan Birinci Dünya Savaşı ilan oldu. Hasta bakıcı kurslarını takip etmiş, pratik görmüştüm ve elime geçen anatomi kitaplarını okumuştum.''
 
Ardından 950 kişilik Galata Hilal-i Ahmer Hastanesi'ne tayin olan Safiye Hanım, orada başhemşire olmuştur. Bazı hasta tipleri ile sık sık karşılaşarak bu hastalıklarda tecrübe sahibi olmuştur. O dönemi şu şekilde dile getirmiştir:
''Tetanos ve kangren gazoz hastalıklarının mütehassısı oldum. Bu hastalıkları benim gördüğüm kadar gören şimdi bir tek genç doktor yoktur.''
Çanakkale Savaşı'nda
Çanakkale Savaşları'na gönüllü hemşire olarak giden Safiye Hüseyin, Çanakkale'de yaralanan askerlerin tedavisi için hazırlanan Reşit Paşa Vapuru'nda başhemşire olarak görevlendirilmiştir.
Safiye Hüseyin Elbi, Çanakkale Savaşı'nda yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:
"Gönüllü olarak gidiyordum…Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş Mevkii'nde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…"(5)
Reşit Paşa gemisi, önceleri vapurken daha sonra hastane gemisine dönüştürülmüştü ve görevi Çanakkale'deki yaralıları İstanbul'a taşımaktı. Ayrıca İstanbul'dan dönerken de asker ve silah taşıyordu. Düşman uçakları ise kimi zaman Reşit Paşa gemisine saldırıyordu.
Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, günlüğünde Reşit Paşa vapuru hakkında şöyle diyordu: ''27 Nisan 1915 Reşit Paşa vapuru İstanbul’dan asker yüklü olarak geldi. Nara Burnu'nda durduğu sırada düşman ateşine maruz kalmış ve yanındaki Üsküdar vapuru beş dakika içinde batmıştır. Bir çarkçı ve iki er şehit olmuştur. Diğerlerinde hamdolsun bir zarar olmamıştır.''(6)
 
Safiye Hanım ise bu tehlikeli ve zor görevi şöyle anlatacaktı:
"Yaralıları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık. Süvari müthiş bir haber verdi:
- İngiliz uçağı...
 
Mamafih zerre kadar korkmuyorduk. Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip (haç) vardı. Belli ki hastane vapuru… İçimizden “dünyada bize ateş edemezler” diyorduk. Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu. Reşit Paşa’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz. Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk. Bundan sonra düşman adet edinmişti. Ne zaman Reşit Paşa vapurunu görseler tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor, bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk. Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. İstanbul’a “Reşit Paşa vapuru battı” diye haberler gitmiş. İstanbul’a döndük ki herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahiretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahiretten dönüş faslı vardır."(7)
 
Vapur limana yanaştığında aileler gözlerine inanamaz, kimilerinin gıyabında cenaze namazı kılınmıştır bile. Gitmeden önce kendisini vazgeçirmeye çalışanlara “Her sardığım, iyileştirdiğim yara benim için küçük madalya olacak” diyen Safiye Hüseyin yüzlerce madalya ve iyileştirdiği gencecik delikanlıların şükranları ile savaştan sonra İstanbul’a döner ve Türkiye’de hemşirelik mesleğinin yayılması ve tanınması için çalışır.
 
Yapılan bir röportajda hemşirelik mesleğine tutkusunu şöyle anlatır: “Bizim mesleğimiz aşk ister. Şimdi aşk yok. Bu yüzden Hemşirelik davamız henüz halledilmedi. Genç kızlarımız bu mesleğe rağbet etmiyorlar. Bizim zamanımızda hastanelerde hep paşa kızları çalışırdı. Dünyanın her tarafında bu böyledir. İsveç'te ilk hasta bakıcı teşekkülü kraliçenin nedimeleri ile başladı. Almanya’da bu davanın öncülüğünü Kontes Albach yaptı. Biz çalışmaya başladığımız zaman hastanede doktorlar da, hastalar da şaşırmışlar “buradaki üzücü, sıkıntılı şartlar içinde çalışmanız günahtır” demişlerdi. Ama biz böyle düşünmüyorduk. Bakımımızla iyileşen, gözleri parlayan hastalar görmek dünyalara bedeldir. Hastalara yardım etmek, acılarını dindirmek sevinciyle doluyorduk, gözümüz başka bir şey görmüyordu artık. Bir kadın eliyle bakılmak, kadın şefkatiyle sarılmak hastaların moraline de tesir ediyordu. Bize “valide sultan, valide hanım, hanım anne diyorlardı. Evimde iki çocuğumu bırakmıştım ama, hastaneden yüzlerce çocuğum vardı. Hepsi bana muhtaç. Birinci Dünya Savaşı'nda Reşit Paşa gemisindeydim. Yaralı çoktu, hastalar yerlerde yatıyordu. Başından ameliyat olmuş bir askeri şimdi de görür gibiyim. Yarası çok ağırdı, saatleri sayılıydı artık. Doktor her şeyi yapmıştı ama, iş işten geçmişti. Yanına gittim, dudakları kupkuruydu. Can çekişiyordu. Biraz su verdim, baktım alıyor, biraz daha verdim. Kımıldamaya başladı, ümitle koştum, süt tozu eritip kaşıkla yavaş yavaş içirdim. Durumu gittikçe düzeldi. Birkaç saat içinde ölümden hayata döndü.”(8)
 
Son gününe kadar mesleğinin sihirli tutkusu içerisinde yaşamını sürdüren bu ilk hemşiremiz, 83 yaşında 1964 temmuzunda yetiştirmiş olduğu hemşirelerin kucağında gözlerini kapamıştır.(9)
Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp der büyüklerimiz.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın hoş kalın…