Gazeteci yazar, Prof. Dr. Haluk Şahin yazdığı bloğundaki son yazısında mitolojinin ilginç kahramanı Prometheus’un hikayesini işledi. Son yazsında Şahin; ‘’Prometheus mitolojinin en trajik kahramanlarından biridir. Ateşi çalıp insanlara vererek tanrılara meydan okumuştur. Ateş, bilginin, sanatın, uygarlığın ve teknolojinin çekirdeğidir. Tanrılar onun bu suçunu çok ağır bir şekilde cezalandırırlar. Onu bir dağın tepesinde kayaya bağlarlar, kartallar her gün gelip onun karaciğerini yerler Karaciğer her gece yeniden büyür, acılar sürüp gider. Ama Prometeus’un hırsızlığı sayesinde, bildiğimiz insan çıkar ortaya: merak eden, sorgulayan, çevresini değiştiren, sanat üreten insan günümüzden antropolojik bir terimle homo sapiens diyelim.’’ dedi. 
 
‘’TÜRÜN TANIMI ZORLANMIŞ BELKİ DE AŞILMIŞTIR’’ 
 
Yazının devamında Şahin; ‘’Her tür gibi homo sapiens’in de bedensel ve zihinsel sınırları vardır… En fazla şu kadar zaman susuz kalabilir, en hızlı şu kadar yük taşıyabilir, 100 metreyi en hızlı şu kadar saniyede koşabilir gibi, İster tanrısal “fıtrat”la açıklansın isterse milyonlarca yıllık evrimle, sınırlar olağan ötesi ölçüde aşılırsa niteliksel bir dönüşüm gerçekleşmiş demektir. Türün tanımı zorlanmış belki de aşılmıştır. Homo erectus’tan homo sapiens’e geçişte olduğu gibi. Ben dijital teknolojiler ve özellikle akıllı telefonlarla böyle bir “aşma”nın gerçekleştiğini düşünüyorum. İnsanlık homo sapiens’in iletişim sınırlarının belirli olduğu bilinciyle 20. yüzyıl’ın ortalarına kadar geldi. İleti gönderme, alma ve işleme kapasitesi sınırlıydı. Belirleyici olgu, enformasyon kıtlığıydı (information scarcity).Benim kuşağım televizyonun olmadığı, radyonun yeni yeni evlere girdiği, orada da tek istasyonla yetinildiği, telefonun bir ayrıcalık sayıldığı, gazetenin ülkenin pek çok yerine günlük ulaşmadığı bir ortamda büyüdü’’ dedi. 
 
“ATEŞİ ÇALMAK GİBİ CÜRETKARCA, HADDİNİ AŞMIŞ BİR EYLEM GERÇEKLEŞMİŞTİ”
Yazının bir kısmında ilginç tespitler yapan Şahin;   ‘’Bazı sosyal bilimciler ve psikologlar insan beyninden “kara kutu” diye söz ederler ‘’ diyerek; ‘’Sonra, bentler yıkıldı; uydular, yeni radyo bantları, bilgisayarlar, internet derken enformasyon bolluğu (information abundance) dönemine geçildi. Kısa bir süre önce çölde bir maşrapa su arayan insan, görülmemiş bir enformasyon tufanına tutuldu, selin ortasında kaldı. Etki-tepki döngüsü içinde yeni icatlarla iletişim yetisini geliştirip homo super communicatus’a dönüşmüştü! Homo super communicatus, yani her yerden, her zaman, herkesle her biçimde iletişim kurma yetisine sahip bir canlı! Süpermen’den daha donanımlı bir üstün iletişimci! Ve tek değil, ellerinde akıllı telefon taşıyan milyarlarca insan yalnızca tanrılara mahsus olması gereken bu yetiye sahip. Çoğumuz artık homo süper communicatus sayılırız! Geçmişin hayalleriyle günümüzün gerçeklerini karşılaştırdığımızda, gerçeğin hayallerin çok ötesine geçtiğini, havsalanın sönük kaldığını kabul etmek zorunda kalıyoruz. Bu kadarını kimse düşünememişti! Ateşi çalmak gibi cüretkarca, haddini aşmış bir eylem gerçekleşmişti. Cezası? Bence bunun cezası, bağlandığı dağ başında her gece karaciğerini yedirmekten daha ağır olabilir. Bence, o ceza, tüm yaratıcılığının ve türsel onurunun merkezi olan beyninin anahtarını başkalarına vermektir! Kozmik kara kutusunun! Bazı sosyal bilimciler ve psikologlar insan beyninden “kara kutu” diye söz ederler ve onun içinde neler olduğunu asla bilemeyeceğimizi öne sürerler. İnsanın en büyük gizlerinin saklandığı, çok çok özel çok çok gizli hatta Kozmik bilgilerin bulunduğu “kara kutu”nun anahtarı şimdi başka ellerdedir. Artık, gözleyen gözlenmekte, izleyen izlenmektedir’ Kimin tarafından mı? O bilgileri kullanarak onu kontrol etmeye çalışan manipülatörler, satarak milyarlarına milyar katan açgözlüler tarafından!Ateşin çalınmasıyla insanın hayata ilişkin merakı artmıştı; homo sapiens çalıştı çabaladı, bilgisini çoğalttı, bilimi ve sanatı geliştirdi.Bu evrede temel ilke “Kendini tanı!” idi.Homo super communicatus ile “Bırakın sizi tanısınlar!” aldı onun yerini. Şimdi kartallar kara kutunun içindekileri yiyorlar. Gece gündüz, doymayasıya yiyorlar!’’ diyerek tamamladı.
 
İbrahim Akın KAZANCI