ÇOMÜ TV'de yayımlanan Kent Sohbetleri programına konuk olan Bayramiç Meslek Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi ve Atatürk ve Çanakkale Savaşları Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı İsmail Sabah, Çanakkale Savaşı döneminde eğitimin nasıl olduğuna ilişkin bilgiler verdi. Savaşa alınan öğrencilerin yüzde 75 oranında piyade sınıfına mensup olmalarının ve üst rütbeli olmadıklarından dolayı siperlerde takım başlarında görev almalarının okumuş neslin kaybedildiği düşüncesine yol açtığını belirtti.
 
‘Eğitim’in literatürdeki tanımını yapan Sabah, “Belli bir program ve süreç dâhilinde, bireylerde davranış değişikliği oluşturma süreci şeklinde tanımlanıyor. Osmanlı dönemine bakacak olursak, eğitimde bazı farklılıklar var. Bunun sonuçlarından da biraz bahsedeceğim, 7 senelik idadiler, sultaniler var. II. Abdülhamit döneminde yaygın şekilde açılan, ‘mekteb-i ibtidai’ dediğimiz mektepler var. Bunun en üst noktası darülfünun dediğimiz, bugünkü karşılığı üniversite olan okullar var. Hatta bu karmaşıklığın getirdiği bir durumda şu oluyor: 7 senelik idadilerden ve sultanilerden mezun olan öğrencilerin, üniversiteye nasıl dâhil edileceği konusunda cevaplar aranıyor. Özellikle 1915 sonunda, tabii birçok öğrencinin silah altına alınmış olmasıyla birlikte darülfünuna başvuran sayısı azaldığı için o dönemde, münazemet dediğimiz, bir nevi üniversiteye giriş sınavı diye tanımlayacağımız bir sınav var. Bu sınavın amacı şu: İster 7 senelik idadiden mezun olsun, isterse sultaniden mezun olsun, hatta bunlardan mezun olmayıp da, bu okullardan mezun olanların bilgisine eşdeğer bir bilgiye sahip olduğunu ispatlaması için yapılan bir sınav. Yani darülfüna alınacak öğrencilerin, bilgi düzeylerinde eşitliği sağlamak aracılığı ile yapılan bir sınav var. Biz bu sınavın, 1915 yılında kaldırılmasının teklif edildiğini görüyoruz. Dediğimiz kurumlarda okumaya devam eden öğrencilerin, yedek subay olarak silah altına alınması ile darülfünuna yeterli düzeyde başvuru olmayınca, eğitim politikalarında değişikliğe gidildiğini görüyoruz’’ ifadelerini kullandı.
 
“KANUNDA 20 YAŞ ALTINA SİLAH ALTINA ALINAN YOK”
12 Mayıs 1914 tarihli ‘mükellefiyeti askeriye kanun-ı muvakkatı’ denilen bir kanundan bahseden Sabah, “Bizim aradığımız sorunun cevabını da bu kanun içerisinde buluyoruz. Türkçesiyle söylemek gerekirse de, ‘Geçici Askeri Hükümlülükler Kanunu’ diye tercüme edebiliriz. Kanunun maddelerine bakacak olursak, lisenin son sınıfında okuyanlar, lise mezunları, üniversite öğrencileri ve üniversite mezunları yani yüksek tahsilli kabul edilen kişilerin, yedek subay olacaklarını bu kanunla verildiğini biliyoruz. Kanunun tarihi de çok ilginç aslında, 12 Mayıs tarihine bakacak olursak, daha fiili bir savaştan söz etmiyoruz. Osmanlı Devleti yani Osmanlı idarecileri, anlaşılan o ki ufukta görülen bu harbe yönelik hazırlıkları, daha önceden almaya başlamışlar. Hemen bunun ardından 31 Mayıs tarihine geldiğimiz de çok ilginçtir. 1887-93 doğumlu olan 7 tertibin birden silah altına çağrıldığını görüyoruz. Daha 28 Haziran yaşanmamış, Avusturya- Macaristan veliahtı öldürülmemiş ama bunların hemen öncesinde Osmanlı’nın bir an önce bu çalışmalara hazırlandığını görüyoruz. Nitekim bu süreci hızlandıran da 28 Haziran'daki Avusturya-Macaristan veliahdının bir suikast sonucu öldürülmesi olacaktır. 20 yaşını tamamlamış, 30’lu yaşlarına gelmemiş olan o aradaki kısımdan bahsediyoruz. Biz öğrencilerden öğretmenlerden bahsediyoruz. Seferberlik Kanunu’nda biliyorsunuz, 20- 45 yaş arası olan herkes çağrılıyor. Kanunda 20 yaş altında silah altına alınan yok” şeklinde konuştu.
 
YAŞ ARALIĞI ÖNEMLİ
İki aşama önemli olduğunu söyleyen Sabah, “Birincisi, 20-27 yaş arası olması; ikincisi, lise mezunu, lisenin son iki senesinde, üniversite öğrencisi veya üniversite mezunu olması gerekiyor. Bu iki şart sağlandıktan sonra Harbiye'de yani harp mektebinde talimgâha alınıyorlar. Belgelerden gördüğümüz kadarıyla da bunlara, en uzun süre olmak 4 aya yakın olmak kaydıyla gerekli eğitimler veriliyor. Şimdi harp mektebine alındıktan sonra ne oluyor? Hani biz hep, ‘yetişmiş nesli Çanakkale’de şehit verdik’ diyoruz ya aslında bu sorunun cevabını da en azından ben bu araştırmayı yaparken fark ettim, Harbiye mektebine alındıktan sonra herkes, aynı sınıfa mensup yetiştirilmiyor. Harbiye mektebine alınan yedek subay namzetlerinin yüzde 75’inin piyade sınıfına mensup olduğu; yüzde 5’i süvari, yüzde 12,5 sahra topçu, yüzde 5’inin ağır topçu, yüzde 2,5’nun ise ‘kıtay-i fenniye’ dediğimiz yani istihkâm muharebe gibi sınıflarda branşlara ayrıldığını, onlara göre eğitim aldıklarını görüyoruz. Şimdi yüzde 75 oranında piyade sınıfına mensup olmaları, siper hattında ateş hattına giren sınıfa mensup olmaları aslında bizim aynı zamanda neden bu savaşta okumuş nesil kaybettiğimizin cevabını da bize veriyor. Çünkü bunlar özellikle üst rütbeli olmadıklarından dolayı siperlerde takım başlarında görev aldıkları için aslında bu kaybın karşılığını görmüş olabiliriz” diye konuştu.
 
Sevi Gözay UĞURLU