Çanakkale Belediyesi Eylül ayı Belediye Meclis Toplantısına, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın yaptığı müsilaj sunumu damga vurdu.
 
İl Umumi Hıfzıssıhha Kararı kapsamında gerekli tedbirlerin alınmasıyla Altın Yıllar Yaşam Merkezi'nde gerçekleşen Meclis Toplantısında, gündem dışı konuşmaların sonrasında geçtiğimiz aylarda Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazında etkili olan müsilaj ile Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı anlatımlarda bulundu.
 
“Biz müsilajı biraz yanlış anladık” diyen Prof. Dr. Mustafa Sarı, “Müsilaj, Nisan ayında kıyılara vurduğu, kıyı körfezlere balıkçı barınaklarını limanları kapladı. Kaplayınca hepimiz birden telaşa kapıldık, ‘eyvah müsilaj varmış’ dedik. Müsilaj Akdeniz havzasındaki denizlerde 1729 yılından beri bilinen doğal bir olay. Doğal olmayan ne? Bu seneki gibi komple Marmara Denizinin yüzeyini kaplaması. Geçen yıl Kasım ayından beri müsilaj var denizde. Kasım 202’den beri balıkçılar hep ağladılar, sızladılar, dertlerini anlatmaya çalıştılar. Ben onlara tercüman olmaya çalıştım. Ama müsilajı biz yüzeye çıkıncaya kadar fark etmedik. Hâlbuki müsilaj suyun içindeki fitoplankton dediğimiz, karadaki bitkilere denk gelen çoğunluğu tek hücreli mikroskobik bitkiciklerin, ortamdaki şartların bozulmasıyla kirliliğin artması gibi mesela tepki olarak dışarıya verdikleri bir salgı, birpolisakkarit. Yani doğal bir madde. Bu madde suyun içerisinde kilometrelerce uzayan tüllere benziyor. Dalıyorsunuz suyun altına, suyun altına indiğinizde her tarafı labirentler gibi tüller sarmış hissediyorsunuz. Ya da bunlar çok büyük parçacıklar halinde bazen birikiyorlar. Büyük kümeler oluşturuyorlar. Bunun yüzeye çıkmış hali en son hali, parçalanma aşaması. Yani önce aşağıda oluşuyor sıfırdan 30 metre derinliğe kadar, parçalanma aşamasında da bir kısmı yüzeye çıkıyor. Biz yüzeye çıkıncaya kadar fark etmedik. İyi ki yüzeye çıktı. Biz yine bilim insanları olarak kimseye derdimizi anlatamayacaktaydık. Görmediğimiz şeye inanmıyoruz. Gözümüzle görmediğimize inanmıyoruz, akıl gözümüzü kullanmıyoruz çünkü.
 
BİZ SİSTEMİ BOZDUĞUMUZDA BU FİTOPLANKTON, KENDİNİ KORUMAK İÇİN MÜSİLAJ DEDİĞİMİZ SALGIYI ÜRETİYOR
Nasıl oluyor da müsilaj bir an da patlayıveriyor? Hiçbir şey bir anda olmuyor ekosistemde. Hayatı bitkilere borçluyuz. Yediğimiz, içtiğimiz her şeyi bitkilere borçluyuz. Aldığımız nefesi bitkilere borçluyuz. Çünkü karbondioksit alıyorlar onlar, oksijen üretiyorlar. Aslında denizdeki besin piramidi ile karadaki besin piramidi arasında fark yok. Ama onlar büyük bitkilere açlar halinde değil minik minik bitkicikler halinde. Bunlara fitoplankton diyoruz. Onların üstünde yine mikroskobik çoğunluğu, zooplaktomlar var. Küçük balıklar var, orta boy balıklar var, büyük balıklar var. Neden bunu detayı anlatıyorum? Müsilaja neden olan bu fitoplankton dediğimiz organizmalar olmasa nefes alamayız. Dünyanın 4’te 3’ü denizlerle kaplı. Karaların tamamında hiç ev bark olmasa dağ, kaya olmasa hepsi bitki olsa nefes aldığımız havanın içinde oksijeni sağlamaya yetmiyor. Dünyanın 4’te 3’ü su, soluduğumuz havanın oksijeninin en az yüzde 50’si denizden geliyor. Yani fitoplankton kötü bir şey değil, zararlı bir şey değil, iyi bir şey. Nefes almamıza yardımcı oluyor. Ama biz sistemi bozduğumuzda bu fitoplankton ne yapıyor, kendini korumak için müsilaj dediğimiz salgıyı üretiyor.
 
MARMARA DENİZİ MÜSİLAJ OLUŞUMU İÇİN BİÇİLMİŞ BİR KAFTAN
Peki neden oldu bu müsilaj, niye bu sene ortaya çıktı, neden başka zamanlar da ortaya çıkmadı? Üç tane teme tetikleyici var. Bunların bir tanesi; sıcaklığın yüksek olması gerekiyor. Yani deniz suyu sıcaklığının ortalamadan yüksek olması lazım. İkincisi; ortamda fazla miktarda besin bulunması lazım. Yani azot, fosfor, silikat gibi denizdeki besin elementlerin çok olması, ortalamadan yüksek olması lazım. Üçüncüsü; deniz şartlarının durağan olması gerekiyor. Yani sirkülasyonlar, karışımlar artıkça müsilajın oluşumu engellenmiş oluyor. Denizin durağan olması gerekiyor. NASA tarafında elde edilmiş 40 yıllık sıcaklık verilerine göre; 2021 yılındaki sıcaklığın sapması yaklaşık Akdeniz havzasına baktığımızda 1.5- 2 derecelik bir sıcaklık sapması görüyoruz. 40 yıllık ortalamadan Akdeniz havzası komple 2, 2.5 derece daha sıcak. Ama Marmara’ ya dikkatlerinizi çekmek isterim. Marmara daha da sıcak, 2.5 dereceye çıkmış sapma. Neden? Sürekli biz atıklarımızı denize verdiğimiz için güneş ışığının aşağı geçmesini engellemiş absorbe etmiş ışık enerjisi ısı enerjisine dönüşmüş. O da yine bizim hatamız. Sıcaklık var, birinci tetikleyici. Önümüzdeki yıllarda da sıcaklık artmaya devam edecek. Yani küresel iklim değişikliğinin etkisini biz önümüzdeki yıllarda da daha büyük hissetmeye devam edeceğiz. İkinci faktöre geliyoruz; deniz şartlarında ki durağanlık. Marmara Denizi çok orijinal bir deniz, dünyada eşi benzeri bulunmayacak kadar orijinal bir deniz, kocaman bir deniz. 11 bin 350 kilometrekare bir alan. Ama dar iki tana denizle bağlı denizlere. Kuzeyde Karadeniz İstanbul boğazı ile güneyde Akdeniz ve Ege Çanakkale ile bağlı. Karadeniz tuzluluğu az bir deniz, binde 17. Akdeniz tuzluluğu yüksek bir deniz, binde 38. Karadeniz’den gelen sular kuzeyden yüzey boyunca İstanbul Boğazında giriyor, Marmara Denizi’nin ilk 25 metresi boyunca akmaya devam ediyor. Çanakkale Boğazı’ndan Ege’ye doğru gidiyor. Akdeniz'in sıcak, oksijence zengin ama besince fakir tuzlu suları ise Çanakkale Boğazı’ndan, alttan giriyor ve Kuzeye doğru akmaya devam ediyor. İstanbul Boğazından Karadeniz’e çıkıyor. İkili bir yapı var. Bu iki tuzluluğu farklı, yoğunluğu farklı suyu arada bir geçiş tabakası ayırıyor birbirinden. Balıkçılar, dalgıçlar buna kristal tabaka derler, kanal suyu derler, farklı isimlendirmeler yaparlar. Bunu şunun için anlatılıyorum; sirkülasyonlar neden az Marmara Denizinde? Yüzey ile dip arasında dikey karışımları bu ikili yapı engelliyor. Dip ile yüze birbirine sürekli karışamıyor, çok az karışım var. Karışım tamamen Karadeniz'den gelen suya bağlı olarak devam ediyor. Yani Marmara Denizi müsilaj oluşumu için biçilmiş bir kaftan, ideal bir deniz bu anlamda. Peki biz bunu biliyor muyuz, biliyoruz. Peki bildiğimiz gösteriyor muyuz, hayır. Çünkü, sanki bu bize verilmiş nimet gibi ne güzel ikili bir yapı var alttan vermişiz derin deşarjla kanalizasyon çıkışlarını 40 yıldır Karadeniz'e doğru akmaya devam etmiş bu. Yüzeye çıkmış, oradan yüzey akıntıları ile tekrar bize gelmiş. Yani biliyor gibi davranmamışız. Yönetici fark etmeksizin, parti fark etmeksizin 40 yıldır biz bunu yapmışsız. Bütün Marmara’nın çevresindeki illerde yapmışız. Bir yerde değil, her yerde yapmışsız”
 
YANLIŞ DÜŞÜNCEYLE HİÇ BİLİMLE, İLİMLE İLGİSİ OLMAYAN BİR DÜŞÜNCEYLE 40 YILDIR BUNU UYGULAMIŞIZ
Üçüncü faktör besin elementi miktarı yani kirlilik ile ilgili görüş bildirirken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığın web sayfasındaki haritadan kirliliğin en yüksek olduğu alanları gösteren Prof. Dr. Mustafa Sarı, “İzmit Körfezine bakın kıpkırmızı, Kartal’a kadar. Gemlik körfezi kıpkırmızı, Bandırma körfezi kıpkırmızı, Erdek Körfezi turuncu. Mavi noktalar; Çanakkale, İmralı Adası çevresi İstanbul Boğazı’nın çıkışı. Peki bu hassaslığa neden olmuş mu kirlilik? Evet olmuş, yeşil ile gösterilen alanlar hassas alan demek ekolojik olarak. Yani 1 litre bile atık atılmaması gereken alanlar bunlar. Peki biz ne yapmışsız 25 milyon insanın atığını doğru düzgün hiç arıtmadan ha babam vermişiz denize. Niye çünkü ikili sistem var, aşağıda akıntı var. Derin deşarjı verirsiniz aşağıdaki akıntıya alır götürür. Çünkü deniz sihirbaz, çünkü deniz yutar, çünkü deniz pislik tutmaz. Bir yanlış düşünceyle hiç bilimle, ilimle ilgisi olmayan bir düşünceyle 40 yıldır bunu uygulamışız. Yetmemiş Türkiye’nin bütün sanayisini Marmara'nın çevresine yerleştirmişiz, boş alan kalmamış. Şimdi Bandırma ile Çanakkale arası kaldı. Sanıyorum yakın zamanda arazi fiyatlarına bakarsak her halde oralarda herhalde kalmayacak. Bu tarafa doğru gelecek. Sonra onların atıkları tamamen deniz gitmiş. Peki bu sanayi kuruluşlarının ruhsat şartı atıklarının arıtmak değil mi? Evet. Ruhsat vermiş miyiz bunlara? Evet vermişiz. Denetliyor muyuz? Kutsal dosyalarda denetliyoruz. Yani kutsal dosyalara sorarsanız bir sürü denetim evrakı var. Ama deniz öyle söylemiyor. Gelin gidelim Biga Çayına, gelin gidelim Gönen Çayına,  Nilüfer Çayına onlar öyle söylemiyor. Zehir akıyor, buralar zehir akıyor. Eğer sanayi kuruluşlarının atık artıma tesisleri çalışıyorsa ve çalıştığını iddia eden varsa gelsin beraber gidelim Biga Çayına, Gönen Çayına ya da Nilüfer Çayına, orda yüzünü yıkasın bunu iddia eden, ben yıkamayacağım. Yüreği yeten gelsin benimle yıkasın.”  
 
KASIM AYI GELDİĞİNDE TEKRAR MÜSİLAJIN OLUŞMA İHTİMALİ ÇOK YÜKSEK
Kapıdağ Yarımadası çevresinde müsilajın hangi derinlikte başlayıp nereye kadar devam ettiğini aktaran Sarı, “2020 yılının Kasım ayı 8-18 metre arası. Aralık ayında 8’den 22 metreye inmiş. Sonra devam etmiş 25’e inmiş Şubat ayında, Nisan ayında 025 metre arasında, 4 Temmuz’da 15 metreye gerilemiş ama 25 Temmuz itibariyle yüzeye kadar çıkmış. İyi haberi vereyim size; 17 Ağustos itibariyle su kolonunda, yani yüzeyden dibe kadar olan bölgede müsilaj görülür değil, temizlenmiş durumda. Su kolonunda bir tane müsilajı şuan göremezsiniz, kalmadı. Fakat diplerde devam ediyor. Çünkü büyük kümeler haline geldi. Araba büyüklüğünde, 3’lü koltuk büyüklüğünde kümeler haline geldi, ağırlaştı ve denizin dibine çöktüler. Onlar etkilerini devam ettiriyorlar. Onların çözülmesi, temizlenmesi çok uzun zaman alacak. Dolayısıyla Kasım ayı geldiğinde tekrar müsilajın oluşma ihtimali çok yüksek. Neden Kasım ayı? Çükü Karadeniz’den gelen akıntının en az olduğu zaman Ekim sonu. Geçmiş yıllardaki tecrübelerimiz ile veriler hep Kasım ayında müsilaj oluşumun başladığını gösteriyor bize. Onun için de bu yıl Kasım ayında müsilajın tekrar oluşma ihtimali çok yüksek” dedi.
 
AĞLARSINIZ ORADAKİ MERCANLARIN HALİNİ GÖRSENİZ
Prof. Dr. Mustafa Sarı, müsilaj çok şeyi etkilediğini ifade ederek bunu beş başlık atında toplayarak sunumuna şöyle devam etti; “Ekolojik etkileri var. Ekosistemi baştan sona etkiledi. Balıkçılığı etkiledi. Balıkçılar kan ağladı, iflas eşiğine geldi. Midye yetiştiriciliği diye yepyeni bir sektör doğuyor Marmara Denizinde, Kapıdağ’ın çevresinde, Çanakkale’de. Bu sektör çok ciddi tehdit altında müsilajdan dolayı. Turizm etkilendi. Burada da Çanakkale'de Erdek'te de Adalarda ’da yerel turizm tesisleri vardı. Bunlar bu çok etkilendiler, insanlar müsilaj korkusuyla buralara gelmek denize girmek istemedi. Kaygı duydular, Ege’ye yöneldiler, Akdeniz'e yöneldiler. Tabi ki denizcilik sektörünü etkiledi. Denizin dibinde 10 santimetre kalınlığında bir tabaka oluştu müsilajdan. Şu anda kıyıdan itibaren 0-30 metre aralığında bütün sünger toplulukları ne yazık ki öldü. En az yüzde 90 kayıp, iyimser tahmini ile söylüyorum. Akdeniz'in hatırası olarak Marmara’da yaşayan mercanlar boğazda da var. Ağlarsınız oradaki mercanların halini görseniz. Mercanlarının hepsini öldürmüş durumda. 150 yaşında ölen bir mercanın tekrar eski halline gelmesi için 150 yıl bekleyeceğiz. Kaybetmesi çok kolay ama onun tekrar geriye gelmesi çok zaman alıyor. Bir ot balığı ya da lapin oltacılar bilirler hayvan dinleniyor, beslenmiş bir şekilde tam dinlenme pozisyonunda. Müsilaj çökmüş lapinin üzerine ve hayvan kurtulamamış o parçanın altında ölmüş kalmış orada. Bozcaada’nın açıkları, deniz çayırları müsilajdan önce oksijen üretiyorlar yani denizin akciğerleri bunlar. Sonra boğazdan akan müsilaj çöktü onların üzerine. Posidonların en az yüzde 50’sini öldürdü. Alttan yeni filizler çıkacak, onun için çok zaman ihtiyacımız var. Midye çiftlikleri yeni bir sektör. Denizi kirletmeyen, denizdeki planktonla beslenen dışarıdan yemleme yapmadığımız kimseye zararı olmayan bir sektör, harika bir şey.  Müsilajdan sonra üremeleri yüzde 20 durdu, büyümeleri yüzde 35 civarı geriledi ve çok ciddi ölümler ortaya çıkmış oldu.
 
ÇOK CİDDİ BİR ZARARLA KARŞI KARŞIYAYIZ
Müsilaj zamanında hepimiz kahrolduk. Ben birkaç kere geldim buraya dalış yapmaya. Boğazda da bu batıklarda da dalışlar yaptım. İnsanın içi parçalanıyor. Boğazdan gemiler belli bir hızda geçmesi gerekiyor ama filtreleri müsilajla doluyor. Dolduğu için hız düşürmek zorundalar. Hız düşürdüklerinde de kıyı emniyeti diyor ki, ‘sen hızını düşürdün römorkör almak zorundasın’ diyor. İlave maliyet demek.
Motor hasarları ve filtre hasarları had safhaya kadar çıktı. Balıklar, nisan ayında Nisan’ın 20’si civarında da bütün Marmara’nın kıyılarında da binlerce balık öldü. Zargana da var, lüfer de, dil de, pisi de, vatoz da gümüş balığı da var. Peki şu anda nasıl? Balıklar hareketli organizmalar olduğu için çabuk adapte oldular sisteme. Şu anda balıklarda çok şükür ölüm yok. Ama tam balıkların üreme zamanıydı müsilajın her tarafı kapladığı zaman. Yumurtaları larvaları öldürdü. Önümüzdeki 3 yıl boyunca bunun etkilerini göreceğiz. Her yıl 1 Eylül geldiğinde yine telaşla diyeceğiz ‘Vira Bismillah’ inşallah bu sene çıkar ama üzülerek ben size söyleyeyim ki en az 3 yıl bunun etkilerini göreceğiz. Yani çok ciddi bir zararla karşı karşıyayız. Müsilaj kümelerinin içerisinde çırçır balığı müsilajdan yuva yaptı kendisine, peki şu anda durum ne? Üç hafta önce Tarım Bakanlığından izin alarak Marmara adası çevresinde balıkçı teknesi balıkçı şartlarında müsilajın durumunu tespit etmek amacıyla avcılık yaptık. Algarna çektik. Çektiğimiz algarnada, torba tamamen müsilajla dolu olarak gelmiş oldu. Bunu tarım bakanlığına ilettik. Dedik ki durum bu şu anda dipte etkileri çok yüksek buna göre sürdürülebilir balıkçılık için acilen önlem almamız gerekiyor. Peki alabildik mi? Üzgünüm alamadık. Alamadan açtık. Neden alamadık? Çünkü geçen yıl balıkçı zaten iflasın eşiğine geldi. Bu sene tekrar avcılığı yasak etmeye kimse cesaret edemedi. Bu benim kendi yorumum, kimseden edindiğim bir bilgi değil.
 
BALIK STOKLARINI TÜKETMİŞİZ,  BALIKLARI ÇOK YANLIŞ AVLAMIŞIZ
Peki balıkçılık ne durumda? Balıkçı etkilendi zarar etti de balıkçının hiç mi kusuru, günahı yok. Olmaz mı, balıkçının da kusuru var günahı var. TÜİK istatistiklerindeki türlere göre palamut, uskumru, kolyoz, lüfer… Hiç önemli değil hangi balığın istatistiği olduğu hepsinin yönü aşağı doğru. 20 yıllık, 2000 yılından 2020’ye kadar ki rakamları gösteren grafiklerler hepsinin yönü aşağı doğru. Balık stoklarını tüketmişiz. Balıkları çok yanlış avlamışız. Yani stoğu iflasa doğru götürmüşüz. Sağlıklı bir denizde dipte süngerler, mercanlar, su bitkileri onun üstünde planktonlar küçük balıklar, orta boy balıklar, büyük balıklar ve en büyük balıklar… Orkinos, balık pazarında kaç yıldır görmüyorsunuz? Dedelerimiz, babalarımız orkinos görüyor avlıyordu. Şimdi balıkçıya sorarsan diyorlar ki ‘hoca sen bilmiyorsun deniz orkinos kaynıyor’. Vallahi biz hiç görmüyoruz. Deniz orkinos kaynasa siz tutar getirirsiniz çünkü iyi para eder ve müşterisi her zaman hazırdır. Sağlıklı bir deniz böyle. Deniz sağlıksız olduğunda en sonunda dipte ne sünger ne mercan kalıyor. Yukarıda da büyük balık kalmıyor. Şu anda da Marmara böyle. Müsilaj Marmara’yı bu hale getirdi. Onun için balıkçılığın etkisi çok yüksek.
 
SADECE RESMİ OTORİTELERİN YAPTIĞI AÇIKLAMALARI DİKKATE ALALIM
Hemen her gün herkesin sorduğu soruya da burada cevap vereyim; müsilaj şartlarında Marmara’dan avlanan balığı yiyelim mi yemeyelim mi? Geçen sene Kasım ayında balık yediniz mi? Yediniz, ben de yedim. Ocak ayında yedik. Mart ayında yedik. Kasım ayından beri müsilaj vardı. Hep beraber müsilajlı ortamdan gelen balıkları yedik zaten bir şey oldu mu olmadı. Müsilajın kendisi doğal bir madde ama müsilaj organik yapıda olduğundan polisakkarit yapıda olduğundan burada bakteriler, virüsler kümeleniyorlar. Nisan, Mayıs ayındaki gibi yüzey komple müsilajla kaplı olduğunda o müsilajın içinden gelen balığı yemekten kaçınmalıyız. Çünkü o mikroorganizma orada kümelendi görüyoruz. Ama bugünkü şartlarda müsilaj artık büyük yoğunlukta değil.  Dolayısıyla avlanan balıklarla ilgili geçen yıl Kasım ayında nasıl davrandıysak aynı hassasiyeti göstermemiz lazım. Normal şartlarda bir balığı tüketirken neye dikkat etmemiz gerekiyorsa ona dikkat etmemiz lazım. Lütfen televizyonda uzmanlığı kendinden menkul insanların açıklamalarını l dikkate almayın. Yer bilimci gök bilimci herkes müsilaj uzmanı herkes su ürünleri uzmanı kesildi. Devletin yetkili birimleri var. Balık yenilemeyecek kadar kötü olursa bu birimler sürekli denetleme yapıyor, açıklarlar uyarırlar kimse canını yolda bulmadı. Kimse kimsenin canını tehlikeye atamaz. Onun için lütfen sadece resmi otoritelerin yaptığı açıklamaları dikkate alalım.
 
MARMARA DENİZİNİ KORUMA ALANI İLAN ETMEMİZ LAZIM
Peki çözüm ne, ne yapalım? Üçlü tetikleyiciyi tekrar hatırlayalım; yüksek sıcaklık iklimden kaynaklanıyor. Etkileyebiliyor muyuz? Hayır. Keşke etkileyebilsek. Ama uyum sağlamaya çalışıyoruz. Sıcaklıklar yükselmeye devam edecek. Deniz şartlarının durağanlığı, Marmara denizinin yapısı ve iklime bağlı. Etkileyemiyoruz. Etkileyebildiğimiz tek yer fazla besin elementi.  Yani evsel endüstriyel, tarımsal atıkları etkileyebiliyoruz. Bu nedenle Haziran ayında Marmara Denizinin çevresindeki bütün paydaşlar, bir araya gelindi ve bir çalıştaylar serisi yapıldı. 22 maddeden oluşan bir eylem planı çıktı ortaya. Bu eylem planının altına herkes imza attı. Çevre sorunları sınır tanımadığı gibi parti falan da tanımıyor. Çevre sorunları, küresel sorunlar. Bunlarla baş edebilmek için küresel iş birliğine ve bizim ülke olarak topyekûn seferberlikle birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Bu edildi, 22 maddelik bir eylem planı çıktı. Ardından yüzey temizliğine başladık. 8 Haziran’da başlattık 7 Temmuz’da bitirdik.  Yüzeyden temizledik peki aşağılara bir katkımız olabildi mi? Bu eylem planı çerçevesinde deşarj limitleri düştü. Yeni düzenlemeler yapıldı.  Bütün Marmara Denizinin çevresindeki atık arıtma tesislerinin ileri biyolojik arıtmaya dönüştürülmesi için kararlar alındı. Bunlar çok güzel fakat zaman alıcı şeyler. Denize bizim yardım etmek için ileri biyolojik arıtma tesislerine uzun vadede yaparken bir taraftan da Marmara Denizini koruma alanı ilan etmemiz lazım. Balıkçılıktan, denizciliğe, kıyı düzenlemelerinden diğer faaliyetlere kadar hepsinde yol gösterici olacak. Sonra yapmamız gereken şey bireyleri faaliyet geçirmek. Denizin zamanı yok. Bir bardak kızarma yağını lavabonuzdan dökerseniz tam 1 ton suyu kirletmiş olursunuz. Denizin bize ihtiyacı var, bu yardımı yapmamız lazım. Evsel endüstriyel kirlilik kaynaklarını iyileştirmek için gerekiyorsa yasal düzenlemeler yapılması gerekiyor. Nehir havzalarının iyileştirilmesi gerekiyor. Bunların hepsinden önemlisi el birliğine, iş birliğine ihtiyacımız var. Ben kendime bir görev verdim. Bu alanda çalışan bir insan olarak Marmara Denizi çevresindeki belediyelerimizi dolaşacağım. Belediye meclislerimize bilgi vereceğim ve onların desteklerini isteyeceğim. Halkı bilgilendirmemiz, kampanyalar yapmamız lazım. Bunun için buradayım”
 
Ersan KÜÇÜKKURU