Dereden Tepeden programına katılan Prof. Dr. Harun Baytekin ‘Tohum ve GDO’ konuları üzerine açıklamalarda bulunarak, Türkiye’de bu konular kavramındaki bilgileri paylaştı. Baytekin, atalık tohumlar ile ilgili olarak da bilgi vererek, “Tohumların yine ıslahçı elinde adına uygun Uluslararası Tohum Birliğinin standartlarına uygun olarak adının belirlenmesi ve buna göre dağıtımının yapılmasında yarar var. Yani kimlik kazandırılması gerekiyor” dedi.
 
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harun Baytekin,  ‘Tohum ve GDO’ konularında değerlendirmelerini paylaştık. Konu hakkında detaylı bilgiler de veren Baytekin, “Tohumluk olarak veya insanoğlunun yerleşik hayata geçişi esnasında evcilleştirdiği veya tohumunu kültürel aldığı 3 bine yakın tür vardır. Ama son zamanlarda insanoğlunun yaygın olarak kullandığı tür sayısı 150’ye düşmüştür. Yine daha yaygın kullanılan tür sayısı 15’e düşmüştür ve günümüzde ne yazık ki dünya gıda üretiminin yüzde 60-70’i üç üründen tedarik edilmektedir;  Buğday, mısır ve çeltik. Islah çalışmaları ilerledikçe, belli türler öne çıkmaktadır” diye konuştu.
 
“KALİTELİ ÜRÜN ALMA YOLUNA GİTMİŞTİR”
Baytekin, “Eskiden buğdayken 5-10 dönem yapılırken, buğdayın kullanıldığı alanları yüzlerle gösteriyoruz. Şu an soya fasulyesinin alanlarına baktığımızda 200’den fazla ürün karşımıza çıkıyor. İnsanoğlu bitkileri kültürel alırken bir yandan da yeteneklerini, özelliklerini ön plana çıkaracak şekilde seleksiyon yoluna gitmişlerdir. Bugün buğdayı yetiştirirken insanoğlu hep iyisini seçmek suretiyle daha kaliteli ürün alma yoluna gitmiştir. Hem bitki türlerinin hem de evcilleştirdiği hayvan türlerinin gelişimi ve kendilerine sürdürebilmeleri ile ilgili olarak müdahalelerde bulunmuştur” ifadelerini kullandı.
 
“BİSKÜVİLİK UN VEREN ÇEŞİTLER GELİŞTİRİLİYOR”
“Daha yüksek verim veren, daha kaliteli ürünleri seçe seçe özellikle 1930’larda başlayan Yeşil Devrim Hareketi ile birlikte yoğunlaşan ıslah çalışmaları tohumculukta da çok farklı yerlere getirmiştir. 1937’de Meksika’da başlayan Yeşil Devrim Hareketi’nin temelinde yüksek verimli çeşitlerin ıslahı yatmaktadır” diyen Baytekin, “Buğday, mısır, arpa, pamuk gibi bütün bitki türlerinde ıslah çalışmaları sürekli olarak yüksek verim ve kaliteli ürün ekseninde süregelmiştir. Bir yerden sonra bakıyorsunuz ki bugün makarnalık buğdaylar, daha iyi irmik kalitesi veren veya daha iyi erişte kalitesi veren çeşitler geliştirmeye başlandı. Artık bisküvilik un veren çeşitler geliştiriliyor” şeklinde belirtti. 
 
“ISLAH ÇALIŞMALARI SINIRSIZ BİR ŞEKİLDE DEVAM EDİYOR”
Yüksek verim ve kaliteyle beraber makinalı tarıma uygunluğun ön plana çıktığını söyleyen Prof. Dr. Baytekin, “1930’larda yetiştirdiğimiz buğday çeşitliliğine baktığımızda uzun boylu, orakla biçilebilen yerel çeşitler. Ama bu çeşitlerde yatma diye bir sorun ortaya çıktı. Ne zaman çıktı, sentetik gübreler tarıma girdikten sonra sentetik gübrelerin tarımda kullanılmaya başlaması ile birlikte baktık ki bu çeşitler yan yatıyor, bu sefer ıslah çalışmalarından bir tanesi yatmaya dayanıklılık oldu. Bu defa kısa boylu çeşitler geliştirilmeye başlandı. Islah çalışmaları sınırsız bir şekilde devam ediyor” örneğini verdi.
 
“ANADOLU’NUN BÜTÜN BÖLGELERİNİ KARIŞ KARIŞ GEZEREK…”
Baytekin, Türkiye’de atalık tohumlarını korumak için çalışmalar yapıldığını vurgulayarak, “Cumhuriyetin ilk yıllarında Eskişehir’de kurulan Tohum Islah İstasyonu çok ciddi çalışmalar yapmıştır. Bilim insanları Anadolu’nun bütün bölgelerini karış karış gezerek, ne kadar materyal var ise toplamışlardır. Özellikle binlerce yıldır Anadolu’da yetiştirilmekte olan buğday, arpa, yulaf gibi türlere ait genotiplerin hemen neredeyse köy köy gezmek suretiyle toplamışlar ve genetik muhafaza altına almışlardır. O zamanlar teknoloji çok ileri değildi.  Tohumluğun ömrü dikkate alınarak, 3-4 yılda bir bütün toplanan tohumların yetiştirilerek tekrar tohumları alınmak suretiyle, muhafaza altında tutulmuştur. Türkiye yerel kaynakların korunması hususunda önemli mesafeler kat etti. Bakanlık hem İzmir’de hem Ankara’da merkezler oluşturmak suretiyle muhafaza altına aldı. Ama bizim bulunduğumuz havzadan toplanan yerel genotip sayısı, Moskova Araştırma Enstitüsünde 550 binlerde dediğimiz zaman bizim gen kaynaklarımızı çok iyi kullanmadığımız da ortaya çıkıyor” dedi.
 
“KİMLİK KAZANDIRILMASI GEREKİYOR”
“Geldiğimiz noktada, gen kaynaklarının korunma ile ilgili yerel veya toplum hareketleri var. Özellikle organik tarım yapan veya organik üretim yapan, kendi ihtiyacını organik şartlarda yetiştirip, kaliteli beslenme yolunu seçen çok sayıda insanımız ve bu insanlarımızın oluşturduğu örgütler var” diyen Baytekin, “Belediyelerin de bu konuda çalışmaları var. Atalık tohumlarına sahip çıkma ve yaygınlaştırma konusunda önemli çalışmalar var. Trakya’dan tutun Antalya’ya kadar olan batı bölgemizde Karakılçık neredeyse muhafaza altına alındı. Yeniden tohumu çoğaltıldı. Çanakkale Belediyesi, Muğla Belediyesi, İzmir Belediyesi önemli ataklar yaptı. Belediyelerimiz tarım daireleri vasıtasıyla atalık tohumlara sahip çıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunların çok yaygın bir şekilde yetiştirilmesi beklenmiyor ama zaman içerisinde talep arttıkça bunlar daha da yaygınlaşacak demektir. Bu tohumların yine ıslahçı elinde adına uygun Uluslararası Tohum Birliğinin standartlarına uygun olarak adının belirlenmesi ve buna göre dağıtımının yapılmasında yarar var. Yani kimlik kazandırılması gerekiyor” diye konuştu.
 
“KAYBOLMA RİSKİ VAR”
Baytekin, yerel çeşitlerin ticaretinin yasak olduğunu, dikilmesinin yasak olmadığını söyleyerek, “Bunları eğer şu an için kimlik kazandırmadan ticari kazanç sağlayabilecek bir potansiyel oluşturursanız sağlıklı olmaz. İnternette atalık tohumu satıyorlar beş tanesi 5 lira. Bu böyle olmaz, çok yüksek meblağ ödeyerek alan arkadaşlarımız oluyor. Bunlar doğru değil. Normal buğday 2 lira, atalık tohum 15 lira diyor. Çok büyük farklar var” diye konuşarak şunu söyledi: “Yasakla bir yere gitmek çok mümkün değil ama şu da var; takas yoluyla bir şekilde atalık tohumları yetiştirenler o desteği yapıyorlar. Çeşitlerin sürdürülmesi konusunda sıkıntı yok ama kaybolma riski var. Dolayısıyla zaman geçirmeden, kısa sürede muhafazaya alınmalı, eğer ticarileştirilecekse bakanlık yasaklama yerine araştırma enstitülerinde bunlara kimlik kazandırılmalı.”
 
Gizem Tuğçe BAYHAN