İbrahim Dizman ve İsmail Şen tarafından kurulan ve Biga'nın geçmişi ve bugününü geleceğe ulaştırmayı hedefliyor Biga Araştırmaları Merkezi (BİGAM), Biga’nın tarihine ilişkin her türlü konuyu işleyen etkinlikler düzenliyor. İbrahim Dizman ve İsmail Şen düzenledikleri söyleşi ile BİGAM’ın amacını ve planlarını anlattı.
 
Online olarak düzenlenen söyleşiye İstanbul’dan katılan İbrahim Dızman, BİGAM Biga Araştırmaları Merkezi ile ilgili bilgi verdi. BİGAM kurmalarındaki amaçları detaylı bir şekilde söyleyen Dızman, “Elimizde zaten birikmiş çok sayıda malzeme vardı. Önceki yıllardan da çalışmalarımız vardı. Onları kullanalım, Biga’nın hafızasını internet üzerinden de kamuoyuna açalım diye düşündük. Beklediğimizden de hızlı başladık ve hızlı gidiyoruz da epey. İstanbul’da bir gün sohbet ederken Biga’nın hafızasının da giderek yok olmakta olduğunu binalarıyla beraber yakınarak konuşmuştuk. Ankara’da bir arkadaşın katkısıyla Milli Kütüphaneye gittim. Biga’ya ilişkin bütün gazeteleri bir odada önüme döktüler ve ben bir hafta boyunca onları fotoğrafladım. Anlatılan birçok olayı o gazetelerden de takip ederek doğruladık, teyit ettik ve aslında bu biz de büyük bir arşiv oluşturdu. Şimdi bizim Biga Araştırma Merkezi’nde kullandığımız bilgi ve belgelerin önemli bir bölümü de o sözlü tarih çalışmasının açtığı kapıdan girerek elde ettiğimiz bilgiler sonucundadır” dedi.
 
“BİZ HERKESİN KATKISINA AÇIĞIZ”
6 Aralık’ta ilk videoları yayınlamaya başladıklarını söyleyen İbrahim Dızman, “Biga Halk Evi için çok genel bilgilere sahiptik. Sonra arşivlere girince nasıl kurulduğunu, yazışmaları, telgrafları hatta inşaat halindeki fotoğrafları da bulduk. O da ilginçti. Elimizde aslında daha birkaç kitaplık malzeme var aslında ama böyle aceleye de gerek yok. Aslında bu kanal çeşitlenerek gidiyor, konu zenginliği artarak gidiyor, kişi ve konu önerileri geliyor. Facebook sayfalarında tartışılıyor, yorumlar yapılıyor. Şu da olsun bu da olsun, bunu da hatırladık gibi bilgiler de akıyor. Diğer işlerimizden arta kalan zamanla çalarak aslında bu işi yürütmeye çalışıyoruz. Bu da bir anlamda çağrı olsun biz herkesin katkısına açığız. Keşke çok sayıda kişi röportajlar, konu anlatımları yapabilse ve gönderse biz de değerlendirebilsek. Bunu sadece bize ait bir kanal değil de bir platform gibi bir bilgi platformu gibi bir hafıza platformu gibi kullanabilsek. Umarız önümüzdeki dönemde bu çağrımıza kulak veren, katılan, heyecan duyan birileri olur” diyerek çağrıda bulundu.
 
“YAPTIĞIMIZ BÜTÜN BU ÇALIŞMALARLA GELECEĞE SESLENDİĞİMİZİ DÜŞÜNÜYORUM”
“Ben hep şunu düşünüyorum, yaptığım bütün tarihe yönelik çalışmalarda bugün ben bir şey yaparken 30-40’lı yıllardan ilginç bir fotoğraf, belge, video bulsam daha çok kişinin hatıra defteri elime geçse nasıl heyecanlanırım, nasıl mutlu olurum” diyen Dızman, “50 yıl sonra belki internet şekil değiştirir ama biz bu videoların kayıtlarını kendi kişisel arşivimizde de tutuyoruz. 50-100 yıl sonra o zamana göre bu eskimiş teknolojiyi eline geçirip ya ne güzel şeyler varmış demesi bile bizim bütün bu çabamızın değerini aslında gösterecek ve hep aslında yaptığımız bütün bu çalışmalarla geleceğe seslendiğimizi düşünüyorum. Geçmişe dönüp bakıyoruz ama aslında geleceğe sesleniyoruz. Bir de bana birkaç kişi sordu siz bu kadar emek harcıyorsunuz, sürekli videolar yayınlıyorsunuz, araştırma yapıyorsunuz ama siz bu işten para kazanıyor musunuz diye sordular. Bu en ağır ve en zor soru. Bu çağda her şeyin değeri para ile ölçülür oldu. Özellikle internet bir para kazanma ortamı haline de getirildi. Bu amaçlarla da insanlar çalıştığı için akıllara geliyor. Bizim için değer para değil. Çünkü kimseye muhtaç olmadan hayatımızı sürdürebilecek düzeydeyiz artık. Bu düzeye vardıktan sonra birtakım bagajlarından angajmanlarından da insan kurtuluyor. Hayata değer katmak için ne yapabiliriz düşünmeye başlıyor. Hayata karşı bir sorumluluk duyuyorsun. Bu sorumluluk ne para ile ne emekle ölçülebilir. Bu sadece ortaya koyduğun ürünle ölçülebilir. O ölçü de bence 30-40-50-60 yıl, 100 yıl sonra ortaya konabilecek bir şeydir. 50 yıl sonra birilerinin bu adamlar da ne güzel şeyler yapmış diyor olması bizim için en büyük zenginliktir. Biz bilemeyecek olsak bile, hayat zaten böyle akıp gidiyor. Hayat insan ömrüyle ölçülemiyor” şeklinde konuştu.

“ESKİDEN BİGA’DA YEDİ AYRI MASADA YEDİ DİLİ KONUŞURDU İNSANLAR”
Dızman, Biga’nın çok özel bir yeri olduğunu vurgulayarak, “Aslında biz bunu zaman zaman aramızda da konuşuyoruz. Ben örneğin Karadeniz’deki arkadaşlarıma diyorum ki eskiden biz çocukken Biga’da pazarın kurulduğu gün bir kahvehaneye gittiğinizde yedi ayrı masada yedi dili konuşurdu insanlar. Mahallede yedi ayrı kültür bir arada yaşardı. Herkes birbirini bilirdi. Büyük bir ötekileştirme yoktu. Geçmişten beri binlerce yıldan beri gelen müthiş bir kültürel birikim, zenginlik var. Her yöreye nasip olmayacak bir zenginlik var. Bunu biliyorsan kaçamazsın anlatmak durumundasın. Bizim gibi insanlar bu sorumluluktan kaçamıyor. Ben kaçamadım, hep peşimden geldi. Başka işlerle uğraşırken pek bir şey yapamadık belki geçmişte ama son 10-15 yıldır peşimizden gelen şey bizi yakaladı ve biz bunu yapmak zorunda hissettik ve bunun ölçüsü de hakikaten yok. Belki bu noktadan şuraya geçebiliriz neler yapacağız başka? Mesela belgesel projelerimiz de var tam olarak anlatmayalım sürpriz olsun. Aslında genel çerçeve şu Polyksena’nın ana teması bir kültürü o yörede en az 3000 yıl önce oluşmuş Homeros’a da esin kaynağı olmuş olan o olayların ve kültürün Biga’da bugün de yaşadığını, şekil ve anlam değiştirerek, teması zaman zaman değişerek de olsa özü değişmeden bugüne geldiğini saptadık. Mesela Polyksena’da Troya kralı Priamos var ve onun oğlu prens var, onun kızı prenses Polyksena var. Bu masala bey oğlu, padişah oğlu, padişahın kendisi ve padişahın gelini olarak değişmiş ama özü değişmemiş onu yakaladık. Bunun gibi Biga’da birkaç hikâye daha var” diye anlattı. 
 
“DÜNYA KÜLTÜR HAZİNESİ’NE EKLENMESİ GEREKİYOR”
“Gerçekten şaşırtıcı 2000-3000 yıldır belki daha da geriye giderek yaşayan Biga’da birkaç olay daha var. Biz bunları da Dünya Kültür Literatürüne eklemek, kazandırmak ve anlatmak istiyoruz” diyen Dızman, “Bir tanesinin küçük bir örneğini vereyim, Biga’nın Rumeli’den göçmüş birkaç köyünde oynanan bir camal oyunu denen bir oyun var. Bu bir harman sonu ritüeli Ağustos ayında yapılıyor yani Biga’da harmanların bittiği dönem. Aslında bağ bozumudur. Bağ bozumu kavramı hasatla ilintilidir. Antik dönemde Anadolu’da, Trakya’da ve Rumeli’de bağ bozumu dönemlerinde yapılan oyunlar vardır. Bunun bazı kaynaklara göre Orta Asya’ya da uzanan bir yanı vardır. Orada da aynı dönemde yapılan bir takım oyunlar vardır. Bunlar Rumeli’den gören Türklerle Biga’da devam etmiş fakat 70’li yıllarda köyler boşalırken bu gelenekler de unutulmaya yüz tutmuş. Ama 2010’dan sonra Biga’ya hızlı bir dönüş başladı. İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Bursa’dan insanlar tekrar köylerine dönmeye başladılar ve dönerken ninelerinden dedelerinden dinlediklerini hatırlayarak onu da uygulamaya başladılar. Bu aslında çok sosyolojik de bir şeydir. Yani köyüne dönüyor ama ev yapıp domates yetiştirmek için dönmüyor sadece. Kültürü de yaşatmak istiyor, kültür de geriye dönüyor ve bu camal oyunu zaten bazı köylerde sürüyordu ve bazı köylerde de yeniden canlandı. Mesela biz Korooba ve Kepekli köyündeki camal oyunlarını saptadık. Kepeklide geçen seneki oyunu Alaaddin Akçal saptamıştı. Korooba’dakini de öykü yazarı arkadaşımız Saadettin Onay saptamıştı. Benim annem 84 yaşında Kepekli’li o da camal oyununu çok iyi hatırlıyor. Ama bu aslında birkaç bin yıldır devam eden, Orta Asya’dan Rumeli’ye kadar bütün alanı kapsayan ilginç bir oyunun geleneklere çok bağlı olarak hiç de modernize edilmeden devamı. Bunun kaybolmaması ve Dünya Kültür Hazinesi’ne eklenmesi gerekiyor” dedi.
 
“BİGALILARIN HAFIZASININ GELECEĞE AKTARILMASINI İSTİYORUZ”
Dızman, başka örnekler de vererek, “Kültür karışımına ilginç bir örnek olarak Saadettin anlatırken bir seslenişi var gençlerin ve Hz. Ali geçiyor. Yani Rumeli’deki Bektaşi geleneğini de ona yedirmişler. Bir de öyle bir boyutu var Korobadakinin. Bir de Polyksena belgeselini çekerken o temanın kurban edilen genç kız temasının izini sürerken yolumuz Pomak pesnalarına yani pomakça şarkılara çıkmıştı. Bir akşam Yeni Mahalle Köyü müydü bir köye gitmiştik. İrfan Çınar’ın katkılarıyla gitmiştik. Yeşil Köy de olabilir. Bir kahvehanede akşam alacakaranlık beş yaşlı birden o şarkıyı söylemeye başlamışlardı ve kendi adıma büyülenmiş gibi olmuştum gerçekten. Neredeyse çok sesli bir şarkıydı. İkili üçlü ve beşli dizeler birbirinin içine giriyordu. Yarım saate yakın sürüyordu bir şarkı ve o form antik dönem şarkı formuna benziyordu yani bütün şarkıları aynı formda söylüyorlardı ki antik dönemde öyledir. Şimdi o da en az belki 2000-2500 yıldır Rumeli dağlarında köylerinde oluşmuş bir dilin kökü formuydu ve bu Biga’da çok canlı bir şekilde hala yaşıyordu. Ama İrfan Çınar demişti ki bunlardan sonra bilen yok ve bunlar da çok yaşlı insanlar. Bu da bizde bir telaş yaratmıştı. Biraz kayıt yapmıştık ama aklımız kalmıştı. Umarım salgın dönemi izin verirse o pesnaları da kayıt altına alabiliriz çünkü Biga’nın çok zengin bir yanını yansıtıyor. 18 Mart Üniversitesi’nde müzik bölümü başkanı Alaaddin Cambay Hoca var. O Biga müzik tarihi Biga müzik kültürü ile ilgili bir çalışma yapıyor ve geniş bir programla da kanalımızda yakında yer alacak yayınlayacağız. Hem bizi merak edenler olduğu için hem de genel çerçevemiz neydi onu paylaşabilmek için. 750’nin üzerinde abonemiz var ama 50.000’in üzerinde izleyene ulaştık. Bir anlamda da onlarla dertleşme ve merak edilen sorulara yanıt verme niteliğinde oldu. Biz bu kanalı gücümüz, emeğimiz, sağlığımız el verdiği sürece devam ettireceğiz. Bigalıların hafızasının geleceğe aktarılmasını istiyoruz. Bu konuda da herkesten katkı bekliyoruz. Heyecanı paylaşmayı istiyoruz. Kim hangi konuda bir şey üretirse hukuka aykırı olmamak koşuluyla her şeyi biz burada paylaşırız ve katkılarını kanalımız aracılığıyla Bigalılara yansıtırız” ifadelerini kullandı.
 
“AİLEM BİGA’NIN EN ESKİ AİLELERİNDEN”
Dızman, kendinden şu şekilde bahsetti: “Ben 1961 Biga doğumluyum. Dumlupınar İlkokulu’nda okudum, Biga Ortaokulu’nda okudum, Biga Lisesi’nde okudum. 79 mezunuyum. İki mahallenin çocuğu sayılırım. Aslında Dubaalanlıyım, doğum yerim orası asıl dede mahallesi orası. Ama ilk gençliğimin önemli bir bölümü de Bayramyeri’nde geçti. Benim ailem Dizmanlar ya da Dızmanlar diye eskilerin daha çok söylediği tabirle bilinir Biga’nın en eski ailelerinden. Biz aile şeceresi olarak 1700’lere kadar inebildik Biga’nın yerleşiklerinden. Tabak yani derici bir aile, varlıklı bir aile. Babaannem Plevne ve Selanik’ten göçmüş bir muhacir ailesi. Anne tarafım da Bulgaristan Filibe taraflarından göçmüş bir aile, annem Kepekli Köyünden. Ben de 1979 yılında mezun oldum. Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği bölümünü kazandım. 10 yıl kadar Ordu’da öğretmenlik yaptım daha sonra Ankara Üniversitesi’ne geçtim. Ankara Üniversitesi’nde okutman ve öğretim görevlisi olarak o günden bu güne devam ediyorum. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde kadrom ama uzun yıllar Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ders verdim. Türk Dili dersi verdim yaratıcı yazarlık dersi verdim. İletişim Fakültesi’nde anlatım teknikleri dersi verdim. Birkaç yıldır da uzaktan eğitim dersleriyle sürdürüyorum Ankara Üniversitesi’ndeki görevimi. Üç şehirde bir arada yaşıyorum diyebilirim; Ordu, Çanakkale ve Ankara. Ama yavaş yavaş Ankara’yı terk ediyorum. Benim de aslında yazı ile ilişkim kitaplarla başladı. Beni daha çok Dumlupınar hademesi Mustafa Dızman ve Sabriye Dızman’ın oğlu diye bilirler. Hayatım okulda geçtiği için herhalde bütün kitaplar emrimdeydi. Yazın günler boyu yapacak bir şey de yoktu kitaplar beni sarıyordu. Herhalde oradan başlayan bir şey. Bir de benim annemin bir özelliği vardır masalcıdır annem. Onlarca masal bilir hepsini de kayıt altına aldım. Çocukluğumuzda çok masal anlatırdı belki o kitaplar ve masallar hayal dünyamı da zenginleştirmiştir. Bugüne kadar 18 kitabım yayınlandı değişik alanlarda. Roman var, inceleme araştırmalar var, biyografiler var, kent monografilerim var, derlemeler var gibi değişik alanlarda 18 kitabım yayınlandı. Ama sadece edebiyat değil ben görsel bir şeyler anlatmayı da çok seviyorum. Özellikle belgesel filmciliği seviyorum. Birkaç tane de belgesel filmim var. Onun dışında bir mübadele belgeselinin proje danışmanlığını yapmıştım. Kendim ‘Oyunlarla Yaşayan Şehir’ diye tiyatro üzerine bir belgesel yaptım. Tarih ile edebiyatın buluştuğu noktada yaşıyorum diyebilirim.”
 
Gizem Tuğçe BAYHAN