Tarım ve Orman Bakanlığı, Ocak ayında Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği’nin (BESD-BİR) başvurusu üzerine genetiği değiştirilmiş 2 soya ve bir mısır çeşidi ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılması onayladığını duyurması üzerine vatandaşlar arasında GDO kavramı tekrar gündeme geldi. ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Onur Sinan Türkmen, ülkede GDO kullanımı ile ilgili bilgiler vererek, merak edilen ayrıntıları açıkladı.
 
Hayvan yemlerinde 2 soya ve bir mısır çeşidi ürünlerinin GDO’lu olarak kullanımına çıkan onay sonrasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi ve Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Onur Sinan Türkmen, konuyla ilgili bilgiler verdi.
 
Türkmen, “26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren Biyogüvenlik Kanunu ve Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik hükümlerine göre ülkemizde gıda amaçlı olarak onay verilmiş bir gen bulunmadığından GDO ve ürünlerinin gıda amaçlı olarak kullanılması ülkemizde yasak olup gıda amaçlı GDO'lu ürün ithaline de izin verilmemektedir.  Gıda amaçlı hiçbir GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi, GDO ve ürünlerinin, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması,  genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, GDO ve ürünlerinin Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı,  GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır. Transgenik bitkilerin kontrolü süreklilik arz etmemekte olup şüphe, şikayet üzerine de resmi kontroller şeklinde yürütülmektedir. GDO tarama ve miktar analizleri Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş  kamu ve özel laboratuvarlar bulunmaktadır” ifadelerini kullandı.
 
“Ancak 2010 yılında yapılan ilk yasal düzenlemede 7 adet soya fasulyesi çeşidi ve 25 adet mısır çeşidinin ithalatının önü açılmıştır” diyen Türkmen, “Kullanımı onaylanan soya ve mısır çeşitleri yüzde 0,9 oranının altında GDO içermesi durumunda etiketinde belirtilmesi zorunlu değildir. Ayrıca bu GDO’lu yem ile beslenen çiftlik hayvanlarından elde edilen ürünlerin GDO yönünden etiketlenmesi gerekmemektedir. GDO’lu ürünlere ilişkin onay süreçlerinin yürütüldüğü özerk bir yapı olan ve akademisyenlerden oluşan Biyogüvenlik Kurulu, 2018’de yayınlanan KHK ile kapatılarak yetkileri Tarım ve Orman Bakanlığı’na devredilmişti” bilgisini paylaştı.
 
“GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ MISIR VE SOYA SAYISI 36’YA ÇIKMIŞTIR”
Türkmen, son verilen izinlerle ilgili olarak, GDO kullanımına ilişkin, “Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği (BESD-BİR) tarafından yapılan başvuru ile Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi ve Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi tarafından alınan kararla, genetiği değiştirilmiş 2 soya ve 1 mısır çeşidinin daha hayvan yemlerinde kullanılmasının 10 yıl süreyle önü açılmıştır. Bu kararla ülkemize ithalatına izin verilen genetiği değiştirilmiş mısır ve soya sayısı 36’ya çıkmıştır. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, canlı genomunda bulunmayan genlerin laboratuvar şartlarında canlı genomuna aktarılmasıdır.  Genetiği değiştirilmişi ürünlere getirilen en büyük eleştiri, sağlık üzerine olası etkileri, antibiyotiğe dayanıklılık genlerine karşı eleştiri, etik ve dini kaygılar, doğal seçilimin üzerine yapılan yapay seçilim baskısı ve önü alınamayacak güçlü sorunlardır. Transgen teknolojisi ile bakteriler, virüsler, kullanılmakta olup gen tabancası, kimyasal ve elektrik enerjisiyle de yapılan yöntemler bulunmaktadır.  En çok uygulanan gen müdahalesi yabancı otlara ve böceklere dayanıklı transgenik bitkilerden oluşmaktadır. Bu ürünlerle üretim maliyeti düşürülerek daha karlı üretim amaçlanmaktadır. Mono kültürün önü açılmaktadır. Dünyadaki mısırın yaklaşık yüzde 25’i soyanın ise yüzde 83‘ü genetiği değiştirilmiş ürünlerden oluşuyor” dedi.
 
“TOPLUMLARIN BU ÜRÜNLERLE BESLENMESİ HENÜZ ÇOK SAKINCALI”
“Genetiği değiştirilmiş ürünleri insan beslenmesinde kullanmak Rus ruleti oynamaktır” diyen Dr. Öğr. Üyesi Türkmen, “Ülkemizde tarımsal verim açısından en büyük sorun verimlilikten ziyade tarım alanlarının amacı dışında kullanılması ya da nadas ve kente göç gibi sebeplerle hiç ekilmemesidir. Diğer yandan transgen teknolojisinde eklenmesini amaçladığınız geni eklediğiniz yer neresi temin edemiyorsunuz. Mevcut bir yapıyı da bozmanız anlamına gelmektedir. Ortaya çıkan ürünün kimde ne etki yapacağınız bilinemiyor. Crispr teknolojisiyle bu olumsuz yönün önüne geçilmiş olsa da bu ürünlerin piyasaya çıkarılması ve toplumların bu ürünlerle beslenmesi henüz çok sakıncalı. Üzerinde çok daha uzun çalışmalar ve bilimsel değerlendirmeler yapılmalı. Diğer yandan ülkemizde üretilmeyen teknolojiyi ithal ediyorsunuz, bu ürünlerin 3 farklı bitkisel gen kaynağını içerisine alan ülkemiz doğal popülasyonuna, biyoçeşitliğine ne etkide bulunacak bunun değerlendirmesini yapamazsınız.  Uzun yıllar süren bilimsel çalışmalar ve her türlü farklı çevrenin değerlendirilmesi alınarak bu konu masa yatırılmalıdır. Yaptık oldu tarzı verilen kararlar, çocuklarımızın ve biyoçeşitliğimizin geleceğiyle oynamak olacaktır” şeklinde düşüncelerini belirtti.
 
Gizem Tuğçe BAYHAN